DOLAR 34,5424
EURO 36,0063
ALTIN 3005,886
BIST 9549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

    “Zamansız Hikayeler” ile anılara yolculuk

    “Zamansız Hikayeler” ile anılara yolculuk
    12.01.2019
    A+
    A-

    İlk anı kitabı “Zamansız Hikayeler”i okurlarıyla buluşturan televizyon habercisi Erhan Karadağ ile meslek hayatına ve hafızasında yer etmiş keyifli anılarına dair dopdolu bir sohbet gerçekleştirdik..

    Sizler bizim üstadımızsınız; habercilikte uzun süren ve iz bırakan bir yolculuğunuz var. Hikayenizi bir de sizden dinlemek isteriz…

    1986 yılında Güneş Gazetesi’nde başladım gazeteciliğe. Bugünkü habercilik anlayışıyla o yılların ne içeriği ne de metodu aynı. İnternetin ve cep telefonunun olmadığı yıllar, haberi bir gün önce araştırıp, konuşup, fotoğraf çekip alıp geliyorsunuz ve ertesi gün taze taze yayınlıyorsunuz. Karanlık oda, teleks, faks, daktilo, nadiren de telefon kullanıyorsunuz; sabit ya da jetonlu telefon. O gün koşarak yapıyorduk bütün işi gücü ama yine de ne kadar yavaşmış. 1993’de ATV Haber ile birlikte televizyon haberciliğine başladım, 2015’e geldiğimizde Kanal D Haber’den ayrılarak günlük haber macerasını bir yana bıraktım.

    O zamanla bu zamanı kıyasladığınızda özlediğiniz şeyler var mı peki?

    En çok eski özleniyor; daha iyi olduğu için değil elbette ama bugüne göre daha masum olduğu için. Çocukluğumuz gibi tıpkı… Güçlendikçe, öğrendikçe kirleniyoruz, kirletiyoruz. Gece muhabiriyken haber kovaladığım gibi, film yıkar fotoğraf basardım. Bekçi gibi büroyu bekler, santral memuru gibi telefona bakardım. Bir ara TRT stüdyolarında görevliydim, çekimleri izlerdik, sanatçı hangi kıyafeti giyecekse fotoğraflarını çekerdik, hangi filmin yayınlanacağın, oynayanların kim olacağı hakkında televizyon sayfası için haber geçerdik. Pazar günü gazetesini okuyanlar, Muazzez Abacı’nın, Erol Evgin’in söyleyeceği şarkıların isimlerinden, Pazar sinemasının konusuna, oynayanların kim olduğuna kadar hepsi hakkında bilgi sahibi olurdu. Bugün tek tuşla her bilgiye ulaşıyoruz. O günler daha güzeldi diyemeyeceğim ama daha tatlıydı, daha yönetilebilirdi, daha yaşanabilirdi.

    Yeni çıkan kitabınız “Zamansız Hikayeler”in hikayesi nedir? Yazma tutkunuzu nasıl keşfettiniz de bu kitap çıktı ortaya?

    Çok uzun yıllar boyunca, sadece haber metni ya da belgesel nitelikli metinler yazıyordum. Kafa Dergisi kurulurken arkadaşlar yazı istediler. Her ay hayata dair, haberlerin dışından, dünyadan, doğadan yazılar yazmaya başladım. Bir ay karavanla gezmenin inceliklerini, kamp yerlerini, bir başka ay motosiklet aşkını yazdım. “Ömür dediğin bir gündür, o da bugündür” gibi yazılarla, haber dışına çıktım. Anları, zamanları tarif etme isteği yaşadım. Kendi hayat öykümde veya tanık olduğum dünyada, karşılaştığım insanları, zamanları kıymetlendirme duygusuyla yazıyorum. Her kelimenin, her cümlenin bir alt metni var, bugüne kadar cümleleri kelimeleri hep özenle seçtim. Habercinin görevi; bir şeyi övmek, bir şeyi kötülemek değil, olanı ve biteni ortaya koymaktır. O yüzden dili, lisanı, biraz daha adil merhametli, kapsayıcı, açıklayıcı olmalıdır. Bu özenin terbiye ettiği üslup yazı dili oldu, hikayeler öyle döküldü kağıda. Bizim kuşak ilginç bir zaman dilimine tanıklık ediyor; evde elektrik yokken başlayan hayat, hologramla ışınlanmaya tanık etti bizi ama bir daktiloya, karbon kağıdına da şaşırmıştık. 20-30 yıl öncesinden ama neredeyse antik sayılacak hikayelerin sahibiyiz.

    O kadar marifetlisiniz ki, haberciliğin yanında, bir sürü enstrüman çalabiliyorsunuz, sesiniz çok güzel, yani müzisyen bir tarafınız da var.

    O kadar marifetli değilim, müzisyen hiç değilim. İlgim var, enstrümanlara meraklıyım ama tıngırdatmaktan, mırıldanmaktan fazla değil bir yanı yok.

    Meslek hayatınız boyunca bir sürü duayen isimle çalıştınız. Bunların başında Mehmet Ali Birand geliyor. Hatırınızda kalan en ilginç anınız nedir? 

    Birand’ın hiyerarşisi paraleldi. Genel yayın yönetmeniydi ama muhabirle ilişkisi ona danışabilecek kadar, sorup fikir alacak kadar yakındı.  Zaman zaman haber toplantısında “Erhan’a bağlanalım mutlaka” derdi. “Bir şey yok gündemde abi, Erhan’a ne soracaksın da ne anlatacak?” “Olsun biz yine de bağlanalım, güzel anlatıyor, soruların cevaplarının tane tane olmasını seviyor insanlar…” gibi söylemlerle benimle akşamları çıkıp konuşmak istediğini söylerdi.

    Bir defasında kendi özel haberini verdi, telefonla bana anlattı, sonra bağlanıp sordu, ben anlattıkça da, şaşkınlıkla, “sahi mi, müthiş haber” falan diyordu. İzleyicinin iyi anlaması için hangi metot heyecanlıysa onu seçerdi. Avrupa Şampiyonası’nda Türkiye yarı finale kaldı, Milli Takım İsviçre’de Almanya’yla yarı final oynayacaktı. Ana haber bültenini oraya taşımak istedi editör arkadaşlar. “Bütün kanallar ana haber bültenini oradan sunuyor, Erhan sen de geliyorsun” dedi. “Ben ne yapacağım İsviçre’de? Benim konum değil, ana haberi siz sunacaksınız.” dedim. “Olsun sen yine de gel, yanımda dur, konuk gelmez, bir şey olur, seninle sohbet ederiz” dedi. Kaldırımın üzerinden ana haber sunacak adam, laf biter söz biter diye yanında birisi olsun istiyor. Beni seçti eyvallah, beraber gittik İsviçre’ye. Yayın başlayacak benim valizim çıkmadı uçaktan. Otelle havaalanı arasında mekik dokudum, kravat, ceket her şey çantadaydı. Türkiye’den bir yığın mesaj aldım, “valizini mi kaybettin, vay şaşkın” falan gibi gırgır geçen mesajlar… Herkes duyunca bulundu sandım, meğer Mehmet Ali Birand haberlerde; “Erhan da buralarda ama valizini kaybetti, onu arıyor” demiş. Birinci haberde valizimi kaybettiğimi söyleyecek kadar rahattı. Neyi, ne zaman paylaşacağını bilemezdik, bu da izleyiciyle arasında sadece haber değil, sohbet tadında bir bağ kuruyordu. İzleyici nasıl sevmez bu adamı!

    Sizce ekrandakiler ve basın camiası olarak samimiyetimizi yitirdik mi biraz?

    Televizyonlar da gazeteler de artık birbirine benziyor, bir iki istisna hariç, çoğu kanalda birbirine yakın haber anlayışını görüyoruz. Medya çok sesli olmalı ki izleyici seçenekler arasında kendi ilgi duyduğu düşünceyi alsın, bir başka fikirle karşılaştırsın. Türkiye tarihi, Türkiye coğrafyası buna o kadar uygun ki… Çok renkli ve renkleriyle yaşam bulan bir ülke. Fakat medya, bugün geldiği noktada biraz kuru ve renksiz. Bu yüzden de herkes kendi medyasını kendisi yaratıyor. Hem radyolarda hem sosyal medyada, twitterda arkadaşlarım şahane işler yapıyor; patronsuz, bağımsız, gazetecilik, habercilik yapıyorlar. Üstelik bunun tarafsız, bağımsız, her görüşe saygı duyan ve yer veren bir biçimde yapılabildiğini gösterebiliyorlar. Yavuz Oğhan’ı örnek gösterebilirim, Ünsal Ünlü çok başarılı, İrfan Değirmenci, Şükrü Küçükşahin çok yararlı… Başka platformlar da var, dolayısıyla pek seçeneksiz değiliz, en azından merak edenler nefes alacak kadar haber alabiliyor.

    Bir gazetecinin olmazsa olmazı dediğiniz en büyük özelliği nedir sizce?

    Eskiden olsa “merak ve soru sahibi olmak” derdim ama şimdi “adaletli ve vicdanlı olmak” diyorum. Tarafsız olmayabilir insan ama taraflara saygılı ve objektif olabilir. Bir başkasına cevap hakkı tanıyabilir, yaptığı haberde farklı görüşlere de değer verebilir.

    Tekrar televizyona ya da gazeteye dönmek gibi bir arzunuz var mı?

    Döner miyim bilmiyorum ama öyle bir arzum yok. En azından günlük haber içerisinde olmak istemem. Türkiye’yi, dünyayı gezerken, farklı neşeler ve bambaşka kederler olduğunu gördüm. Nehirlerin kenarında, o dağların tepelerinde birileri yaşıyor. Farklı öyküleri dile getirecek, aktaracak bir mecra olursa belki..

    Aynı zamanda motor ve seyahat tutkunuz da var. Belgesel nitelikli bir çalışma ya da yeni bir kitap çıkabilir mi?

    Yazılmayan pek çok hikaye var; yeni kitap elbette olacak. Gezilerden beslenen, motosiklet veya karavanın götürdüğü yerler de olabilir. Hikayelerle ilgili Youtube kanalı da olabilir belki… Üzerinde çalışıyorum.

    Kitapta çok renkli hikayeler var, biraz da o hikayelerden bahsetseniz…

    Küçük ipuçları vereyim: Bazı insanlar ek iş olarak taksicilik yapar, boya badana yapar değil mi? Ek işi, kurbağa toplamak olan bir arkadaşın, dev gökdelen inşaatlarının tepesindeki sarı vinci idare eden bir operatörün öyküsü var mesela. O küçük camekanın içinde 200 – 300 metre yukarda ne dertler, ne sorunlar yaşanıyor o var. Askeri disiplinden siyaset kulislerine traji-komik hikayeler var…

    Kıymetli hikayelerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz…

    Ben teşekkür ederim zamansız hikayelere kıymet verdiğiniz için… Hikayeler dinleyenle, kıymet verenle tamamlanıyor.

    YORUMLAR

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.