Savaş Simitli: Yaptığım her resimle konuşurum
1983 yıllarında resim yapmaya başlayan Savaş Simitli, “Resim yapamadığım zamanlar kendimi boşta ve huzursuz hissediyorum, durmadan çalışıyorum. Yeni bir şeylerin keşfi bana doyumsuz haz veriyor. En mutlu olduğum an ise, bitirmek üzere olduğum resmin karşısında onunla konuşmak” diyerek resme olan aşkını anlattı. Hiç eğitim ve kurs almadan resim konusunda kendisini geliştiren Savaş Simitli, “İlkokul öğretmeninin bile zor bulunduğu bir köyde resim konusunda uzman birini bulmak sanırım hayal olur” dedi. Simitli, şimdiye kadar toplam 40 kişisel sergi açtı.
Ünlü oyuncu Özge Gürel’in kapak yıldızı olduğu Mayıs sayısı, Anneler Günü özel röportajları ve birbirinden başarılı köşe yazarları ile www. magdergi. com. tr, Turkcell Dergilik, Google Play, Apple Store ve seçkin kitapçılarda sizlerle buluşuyor.
Resme aşık, günde 14 saat boyunca resim yapan başarılı bir ressam; Savaş Simitli… Kendisinin renkli dünyasını satırlarımızda keşfedeceksiniz…
Renklerle yolculuğunuzu dinleyebilir miyiz?
İzmir doğumluyum ve İzmir Atatürk Lisesi mezunuyum. 1983 yılında girmiş olduğum Jandarma Astsubay Sınıf Okulu’ndan mezun olduktan sonra ilk tayin yerim ve kışın 6-7 ay yolu kapalı olan Doğan Köyü’nde komutanlık yaparken mesleğin stresini atma amacıyla başladım resme. Tabii okul yıllarında, bilhassa resim konusunda başarılı bir öğrenciydim. Bu arada başarılı olduğum halde lisede resim dersinden ikmale de kaldığımı söylemeliyim.
Resim yapma yeteneğinizi ne zaman, nasıl fark ettiniz?
İlkokula gittiğim yıllarda kitap içinde bulunan bir resmi karakalem olarak çalışmıştım. Arkadaşlarım şaşırmıştı, açıkçası ben de şaşırdım o kadar güzel yaptığıma. O heyecanla “45’lik” diye tabir edilen plağın kapak resminde bulunan Barış Manço’nun resmini yine kara kalem olarak çalıştım. Güzel bir çalışma olmuştu, arkadaşlarım etrafıma toplanır beni seyrederdi. Ben de bundan keyif alırdım. Böylelikle, resmi sevdiğimi ve kendimce iyi yaptığımı anladım.
Mesleğinize sizi yönlendiren bir olay veya kişi oldu mu?
Hiçbir eğitim ve kurs almadan resim yapmaya çalıştım. Tamamen kendi keşiflerim, araştırmalarım doğrultusunda… Zaten bunun eğitimini alma gibi bir şansım da olmadı hiç. Malum, Jandarma mesleği zordur. Sürekli kırsal kesimde ve mahrumiyet olan yerlerde görev yapmak zorundasın. Bu nedenle resim eğitimi almam olanaksızdı. İlkokul öğretmeninin bile zor bulunduğu bir köyde resim konusunda uzman birini bulmak sanırım sadece hayalde olur.
Resim yapmak size kendinizi nasıl hissettiriyor?
Abartmak istemiyorum ama günde 14 saat resim yapan bir ressamım, resme aşığım. Bazı nedenlerle resim yapamadığım zamanlar kendimi boşta ve huzursuz hissediyorum, durmadan çalışıyorum. Yeni bir şeylerin keşfi bana doyumsuz haz veriyor. En mutlu olduğum an ise, bitirmek üzere olduğum resmin karşısında onunla konuşmak. Yanlış duymadınız; ben yaptığım her resimle konuşuyorum. Adeta bana nerede hata yaptığımı bağırıyor ve ben de onu dinliyorum. Sonra tekrar şövalenin başına geçtiğimde saatlerin nasıl ilerlediğini fark etmiyorum. Ben bu işi seviyorum hem de çok!
Eserlerinizin ilham kaynakları neler oluyor?
Seriler halinde çalışan bir sanatçıyım. Tek bir konuyu çalışmak hoşuma gitmiyor. Maalesef Türkiye’deki sanat ortamında konuyla özdeşleşmek bir zorunluluk olmuş. Yani, konular parsellenmiş. Kendisini fırçası ile değil de konusuyla tanıtma modası hala devam ediyor. Çok şükür böyle bir tasayı hiç yaşamadım. Sanatçı özgür olmalı ve istediği şeyi çalışabilmeli. Geçmiş dönemlerin ünlü sanatçılarına baktığınızda bunları görürsünüz. Bu yüzden her yıl kendime bir konu belirliyorum ve belirlediğim konu doğrultusunda çalışıyorum. Otuz beş yılı aşan sanat yaşamımda doğa, insan ve yaşam resimlerimdeki anlatımları coşkulu bir dille tuvale yansıtıyorum. Duygularımın dili toplumsal bir kaygı ve sorumluluklarımın bir yansımasıdır.
En çok keyif veren ve sizi anlatan resimleriniz hangisi?
Açıkçası beni tanıyanlara sorsanız; kimi deniz dalgalarımı, kimi İstanbul temalı çalışmalarımı çok beğendiklerini söyler. Ben ise bir ayrım yapmak istemiyorum. Çünkü her çalışmama kendi duygumu veriyorum. İstanbul konulu çalışmalarımın bir özelliği var; genellikle eskiye dair, yani özlemli olarak kabul edilen çalışmalar hoşuma gidiyor. Bırakın görselliğini, kültür olarak bile yozlaşmış, tarihi dokuları korunamamış bir şehri eskitmek hoşuma gidiyor. Belki bir nebze de olsa bu çalışmalar bana keyif veriyor ve beni anlatıyor.
Kullandığınız malzeme ve renkler neye göre şekilleniyor?
Paletimde ana renkler haricinde ara renkleri göremezsiniz. Renkleri tamamen ana renklerden üretiyorum. Yani hazır bir yeşil, mor, kahve gibi renkleri kullanmıyorum. Bu renkleri tamamen kendim buluyorum. Hazır ara renkler genelde resimdeki renk uyumunu bozuyor. Dikkat ederseniz bir yazıcıda bile sarı, mavi ve kırmızı renk kartuşları vardır. İstediğiniz bir resmin çıktısını yazıcı bu üç rengi kullanarak çıkarır. Yazıcı bunu yapıyorsa ben neden yapmayayım?
Ruhunuzu en çok hangi renk rahatlatıyor?
Resimlerimde genellikle duman mavisi ağırlıktadır. Nedendir bilmiyorum ama bu renk çok hoşuma gidiyor. Aslında bunu bir psikoloğa sormam lazım: “Neden bu renkleri seviyorum?” diye… Bu renk üzerinde yarattığım diğer renklerin etkisi daha büyüleyici geliyor bana. Belki de renksel perspektif daha etkili oluyor.
Bu güne kadar kaç sergi açtınız?
Her ne kadar 1983 yılında resme başlasam da ilk sergimi 1998 yılında açtım. Yani aradan geçen 15 yıllık süreci tamamen araştırma ve incelemelere ayırdım. 1998 yılından itibaren bu güne kadar 40 kişisel sergi icra ettim. Bu sergilerin ikisi Paris ve biri de Londra olmak üzere üç sergim yurt dışında olmuştur. Tabii sayısını hatırlayamadığım çok sayıda karma sergilerim de var.
Sosyal sorumluluk projelerine ne şekilde dahil oluyorsunuz?
Günümüzün gençliği zor dönemler geçiriyor. Bir ailenin çocuk okutması günümüzde iyice zorlaştı. Tabii bunlar ekonomi ile orantılı. Üniversitede iki çocuk okuttum, zorlukları ben biliyorum. Çocuklarımızın okuması ve aydın kişiliklere kavuşması şart. Bilhassa ve elimden geldiğince eğitimde fırsat eşitliğini yakalayamayan gençler için bir şeyler yapmak hoşuma gidiyor. İbadet gibi de algılayabilirsiniz bunu. Bu gençler yararına birçok sergi açtım. Bazı etkinliklerde destekte bulundum. Bunları yine elimden geldiğince devam ettirmeye çalışıyorum.
Türkiye’de sanata ve sanatçıya hak ettiği değer veriliyor mu sizce?
Kişisel bazdaki gelir düzeyi düşük olan ülkelerde sanata olan ilgi de oldukça düşük, hatta yok denebilecek kadar az. Sanatın ivmesi tamamen bununla alakalı. Ne yazık ki, gün gelecek dünyayı sanat kurtaracak. Bunu boş laf olarak algılıyor çok kişi. Sanatçı tamamen sanatına ve yaratıcılığına odaklandığından kafasında olumsuz / kötü düşünme şansı yoktur. Bu şekilde düşünen insan, insanlığa da fayda sağlar, bunun bilincine henüz varamadık. “Ressam olup da ne yapacaksın?” düşüncesi bir kere toplumumuzda yer bulmuş. Değiştirmek zor olsa da imkansız değil. Bu düşünce ile idare edilen toplumlarda sanatçıya nasıl değer verilir artık siz düşünün.
Türkiye’de ve dünyada en çok beğendiğiniz ressamlar kimlerdir?
Yaşayan sanatçılardan örnek vermek isterim… Bilindik ressamlar zaten kendini kabul ettirmişler. Bir ressamı beğenebilmem için öncelikle o kişinin genel durumuna bakarım. Yaptıklarının mükemmel olması için kişiliği ile örtüşmesi gerekiyor. Zaten o zaman ressamlıktan ziyade sanatçılığı da öne çıkmış oluyor. Yani eserleri ve kendisi benim için çok önemli. Her birini tek olarak değerlendiremiyorum. İşte bu özelliklere sahip bir ressam Yalçın Gökçebağ Türk resim sanatının olmazsa olmazı. Tamamen işine odaklı çalışıyor ve çok güzel eserler üretiyor. Ülkenin tanıtımına katkısı zaten ortada. Diğer taraftan fiziksel duyularla ölçülebilen ve sadece duygularla algılanabilen şey arasındaki gizemli alanı keşfeden Slovak ressam Tibor Nagy’nin de renklerine hayranım.
Derginizde bana yer ayırdığınız ve bu fırsatı verdiğiniz için MAG ailesine ve size çok teşekkür ederim. Hep sanatla kalalım.