Prof. Dr. Emre Alkin: “Tasarruf edebiliyor musun?”
Enflasyon yükselmeye devam ettikçe herkes birbirine şu soruyu sormaya başladı: “Tasarruf edebiliyor musun?”
Bana sorulduğu zaman “Her zaman olmasa da, fırsat buldukça…” diye cevap veriyorum. Aslında tasarruf etmenin birinci kuralı şu: İhtiyaç ile ihtiras arasındaki farkı bilmek. Böylelikle her kuruşunuzun size fayda olarak geri dönüyor olması sağlanabilir. İlla parasal faydaya gerek yok, sosyal fayda da olabilir. Bunu ayırt etmek kolay değil ama satın aldığınız herhangi bir ürünün size bir tatmin duygusu verip vermemesi ile başlayabilirsiniz.
Her tatmin duygusu fayda anlamına da gelmez. Önemli olan, refahınıza fayda verecek bir satın alma ya da yatırımda bulunmaktır. Tabii günümüz şartlarında, insanlar gelirinden daha fazla harcamak mecburiyetinde kalıyor, dolayısıyla tasarruf etmek kolay değil.
Meseleyi şöyle özetlemek lazım. Tasarruf etmeyi başarabildiğimiz anda neler yapmalıyız? Bir kişinin eline para geçtiğinde alacağı en önemli karar, etrafın baskısıyla bir şeylere zorlanarak tüketmek mi yoksa gerçek ihtiyaçlarına dönük harcama yapmak mı? Tüm mesele bunu ayırt edebilmekte.
Sadi Uzunoğlu geçenlerde bir makalesinde 100.000 TL altında kazananların orta sınıf sayılamayacağını söyledi. Ben İstanbul’da yaşayanlar için bunu 150.000 TL olarak belirledim. Bu bile tasarruf etmeye yetecek bir gelir olmayabilir.
Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, orta sınıf bugün, mal mülk almaya kalkarsa başaramaz. Dolayısıyla kendini en iyi hissedeceği ve sosyal anlamda tatmin bulacağı yerler restoran ve kafeler. Açıkçası İstanbul’da 150.000 TL aylık gelirle, hele ki iki çocuk okutan bir ailenin apartman katı satın alması mümkün değil. Şehrin çok dışına doğru çıkıp mülk edinmeye kalksa bu sefer de hem kendisine hem de eşine otomobil almak zorunda kalacak, ayrıca çocukların okul servisi gibi ekstra ücretler ödeyecek. Dolayısıyla orta gelirlilerin şu anki hallerini muhafaza etmeleri için herhangi bir yatırım yapmamaları gerekiyor.
Bir başka sorun da şu: Türkiye’de hiç kimse kendisiyle aynı pozisyonda çalışan bir kişinin kaç para maaş aldığını ya da ücret aldığını bilmiyor. Bunun sebebi, ücretlendirmelerin keyfi olarak yapılması. Zaten adaletsizlik burada başlıyor, bir personel hangi seviyede hangi özlük haklarına sahip olacağını tam olarak bilmiyor.
Bazen de mülakatlarda şöyle bir soru soruyorlar: Maaş beklentiniz nedir? Doğrudan doğruya iş başvurusunda bulunan kişiye kendini kötü hissetmesi için sorulan bir soru. Fazla söylese “açgözlü” diyecekler, az söylese “bilmiyor” diyecekler. Açıkçası, insan kaynakları belki Türkiye’de gelişmekte olan bir departman ama hâlâ usulleri son derece konvansiyonel.
“Nakit mi, kredi kartı mı?” diye bir soruyorlar çoğu zaman. Hemen cevap vereyim: Faiz oranlarının çok yükseldiği bir yerde, eğer kredi kartı ile yaptığınız harcamaların tamamını ödemeye söz vermişseniz ve bu sözü bozmayacaksanız, az da olsa bir para kazanmak için harcadığınız meblağı faize yatırabilirsiniz. Vade sonunda kredi kartını ödemek şartıyla tabii. Yatırım fonu da alabilirsiniz; yeter ki, çok yüksek kredi kartı gecikme faizlerinden maruz kalmamak için ödemeyi tam olarak ve zamanında yapın. Tabii şunu da biliyorum: Eskiden insanlar bugünkü gelirine göre harcar, kredi kartıyla yarın öderdi; maalesef günümüzde kredi kartı “yarınki gelirini bugünden harcama” enstrümanı oldu.
“En iyi yatırım nedir?” sorusunun cevabı bende hep aynı: En iyi yatırım, kendinize yapılan yatırımdır. Eksik olan taraflarımızı, bilgilerimizi, görgümüzü para harcayarak geliştirebiliriz. Açıkçası belirli bir entelektüel kapasiteye sahip olmadan para harcamaya kalkmak verimsizlik yaratıyor. Şu an bana “Lüks bir araba mı yoksa kutuplara seyahat mi, dünyanın farklı noktalarında farklı maceralar mı?” diye sorsalar, lüks otomobili kesinlikle tercih etmem. Zaten böyle şeylere bir iki hafta içinde alışıyorsunuz; ancak, bir seyahatte yaşadığınız tecrübeyi ömür boyu hatırlıyorsunuz.
Özetle, harcadığımız her kuruş para bize değer olarak geri dönmeli ve bize değer katmalı. Eskilerin deyimiyle, harcadığımız her kuruş paraya hükmümüz geçmeli. Aksi taktirde hem evimizde hem de işimizde esir oluruz.
Merkez Bankalarının fütursuzca bastığı paraları istiflemenin kimseye bir fayda vermeyeceği kesin. Dolayısıyla para istiflemek yerine anı biriktirmek, paylaşmak, değer katmak, kabiliyetleri geliştirmek, farklı disiplinlerde eğitim almaya bakmak ve harcadığınız her kuruş paradan fayda sağlamayı gözetmek çok önemli. Ayrıca, hiç kimse gücünün üzerinde harcamalarla sevdiklerini mutlu etmeye kalkmasın, hiçbir anne baba yeterince varlığı varken çocuklarını yoklukla sınamaya kalkmasın. Unutmayalım ki çocuklar evde ne görüyorlarsa onu yapıyorlar. İster zengin ister fakir olsun, evde anne baba düzgün davranıyor ise çocuklar da düzgün davranacaktır.
Sanıyorum bu cevaplar “Dolar mı, borsa mı?” diye soranları tatmin etmeyecek; ancak, kendine yetmeyen bireyler zaten ne kadar kazansalar da yetmez.