DOLAR 34,5424
EURO 36,0063
ALTIN 3005,886
BIST 9549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

    On parmağında on marifet…

    On parmağında on marifet…
    30.07.2018
    A+
    A-

    Gazeteci, yazar, radyo ve televizyon programcısı, müzisyen… Bir çok kimliği var Kürşat Başar’ın… Hepsi ile de isminden söz ettiren ve büyük başarılara imza atan Başar, kendisi ile ilgili merak edilenleri MAG okurları için anlattı. Sanatçının üretebilmesi için bir şeylerle barışık olmaması, sorgulaması ve huzursuz olmasını yaratım sürecini tetikleyen bir durum olarak değerlendiren Kürşat Başar, kendisini ne yaparsa yapsın çok çalışmaktan asla sıkılmayan biri olarak tanımlıyor.

    Sevgili Kürşat ile yapımcılığını üstlendiğim “Kürşat Başar’la” programında uzun yıllar beraber çalıştık. Yemek masasında yaptığı keyifli sohbetleri hatırlarsınız… Kendisi mağrur duruşunun aksine muzip, espirili ve komik bir kişilik… Ayrıca mükemmeliyetçi!

    Çocukken hayalperest miydin?

    Evet hem de fazlasıyla… Öyle ki gittiğimiz yerleri, birtakım olayları anlattığımda şaşırırlardı, çünkü ben oldukça farklı bir biçimde hatırlardım. Bu yüzden babam bana, “film adam” derdi… Mahallede çocukları etrafıma toplar kendi uydurduğum kahramanların hikayelerini anlatırdım. Meddah gibi

    Yeteneklerin farkında mıydın, ne olmayı hayal ederek büyüdün?

    Yazar ya da müzisyen olmak istediğimi her zaman biliyordum. Çünkü çocukluğumdan beri yazı ve müzik beni en çok heyacanlandıran, eğlendiren şeyler oldu. Çoğu çocuğun zorla yaptığı şeyler (yaz günü evde oturup kitap okumak gibi) bana eğlenceli gelirdi.

    Yazar olmak hayellerinde var mıydı?

    Evet hatta Jules Verne’i ilk okuduğumda, “aa bu adam benim anlattığım gibi şeyler yazmış demek ben de yazabilirim” diye düşünmüştüm. Tabii onun kim olduğunu bilmiyordum.

    Gerçekten yaptığın her işte başarılısın, nasıl oluyor bu multi fonksiyonel olma hali?

    Teşekkür ederim. Belki hep en çok sevdiğim şeyleri yaptığım ve yaptığım işleri de ciddiye aldığım için… Gerçekten de ne yaparsam yapayım çok çalışmaktan hiç sıkılmam. Çalışmak benim için sanki doğuştan gelen bir özellik. İnan ki tatile çıkmak, uzak bir yerlere gitmek bana o haftayı evde oturup çalışarak geçirmekten daha zor gelir.

    Yazarlıktan sonra müzisyen olmak hayatın akışının getirdiği bir durum mu?

    Aslında uzun yıllardır müzikle uğraşıyorum ama yazarlık, gazetecilik, televizyon programları derken yoğun bir iş akışında müzik hep geride kaldı. Yeterince zaman ayıramadım. Biraz da rastlantıların rolü var tabii. Tam işlere biraz ara vermişken çok iyi müzisyenlerle bir araya gelip bir şeyler yapmaya başladık ve yavaş yavaş eğlenceden işe dönüşüverdi. Bu benim uzun yıllardır en büyük hayalimdi. Bu yüzden mutluyum.

    Roman yazmak kadar albüm çıkarmak da emek isteyen bir iş, sen hangisine daha çok emek harcıyorsun veya hangisini üretmek sana daha çok heyecan veriyor?

    İkisi de çok emek istiyor ama roman tek başınıza yaptığınız bir şey, o yüzden daha zor, daha sıkıntılı. Sonuçta tek başınıza saatler boyunca bir masa başında oturuyorsunuz ve boş bir sayfadan başlayıp olmayan bir ürün ortaya çıkartıyorsunuz. Albüm yaparken müzisyenler var, söz yazarı var, şarkıcılar var, teknisyenler var yani herkes bir tarafından tutuyor. Biraz da o kalabalığın enerjisiyle hazırlanıyor zaten.

    En sevdiğin romanın hangisi ve neden onu seviyorsun?

    Gerçekten de hiç düşünmedim. “Başucumda Müzik” çok severim ama “Aşkı Bulmanın Korumanın Yolları”nın da yazılışı, tekniği benim için özeldir. Kitaplarımı öyle çok okumam ama hepsini severim.

    Bir entellektüel ve müzisyen olarak duygularını farklı yollarla ifade etme yeteneğine sahip bir sanatçısın. Bugüne kadar yaptığın işler arasında kendini en iyi ifade ettiğini düşündüğün işler hangileri?

    Tabii yazar olarak diyeceğim… Ama çalarken de kendi fikirlerimi, o anki duygumu yansıtıyorum. Hatta bir müzisyen dostumuz bir keresinde, “sen yazdığın cümleler gibi çalıyorsun” demişti. Yazar Güven Turan da ilk kitabım için yazdığı yazıda, “yazma tekniğin bana caz tekniğini anımsattı” yazmıştı.

    Sanatçının üretebilmesi veya yeteneğini ortaya çıkarabilmesi için bulunduğu dünyayla barışık olmaması bazen avantaj olabiliyor mu?

    Evet sanırım bir şeylerle barışık olmamak, sorgulamak, huzursuz olmak yaratım sürecini tetikleyen bir şey. Ama bu her yazar için böyle midir, her müzisyen için böyle midir, bilemem.

    Sende geçmişte böyle bir durum oldu mu? Şimdi olduğunu zannetmiyorum ama…

    Elbette. Özellikle de ilk gençlik yıllarında bu daha ağır bir durumdu. Zamanla hayatla barışmayı öğrenebiliyorsun. Tabii kendinle de… Uzun sürüyor biraz.

    Geçmişinde dergi çıkarmak, radyo yayıncılığı, televizyon programcılığı gibi bir çok başarılı projeye imza attın. Yazar ve gazeteci olarak başladığın kariyerin şimdi yazar ve müzisyen olarak devam ediyor. Gazetecilik mesleğinden uzaklaştın. Gazeteci olmak insanın üstünde bir baskı hissettiriyor.  Daha çok yazmaya ve müziğe yönelerek daha özgür bir dünya mı kurmak istedin?

    Doğru, özellikle Türkiye’de gazeteci, köşe yazarı olmak epey sıkıntılı bir durum… Çünkü ne yazsanız birilerini kızdırıyorsunuz. Sürekli her söylediğinizin tartışılması, eleştirilmesi de pek eğlenceli bir şey sayılmaz. Tabii roman ve müzik böyle değil. Belki orada da eleştiriler var ama her gün karşılaşmıyorsunuz bunlarla… Bunlar benim için verilmiş kesin kararlar değil, yaptığım her şeye zaman zaman ara verip sonra yeniden başlarım, bu hep böyle oldu. Galiba tek bir şey yapmak beni sıkıyor.

    Şu anda geldiğin bu noktada yazar kimliğini mi yoksa müzisyen kimliğini mi daha ön planda görüyorsun?

    Aslında böyle bir kimlik sorunu yaşamıyorum, çok da ilgilenmiyorum bunlarla. Kim beni hangi yönümle görüyorsa o olsun…

    Yeni projeler var mı?

     Şu sırada yazılardan, denemelerden oluşan bir kitap bitti ve sanırım bu ay içinde çıkacak. İki yıldır üzerinde çalıştığım yeni bir romanı da bitirmek üzereyim; herhalde yıl sonuna doğru yayınlanır.

    Müzikle ilgili projeler de her zaman devam ediyor. Bizim orkestrayla birlikte farklı isimler, şarkıcılarla yaptığımız çalışmalar da var. Bunların yanında özellikle son yıllarda hem sivil toplum kuruluşları için hem şirketler için yaptığım konuşmalar var.

    Hiçbir zaman çizgini ve duruşunu bozmadın. Uzaktan bakıldığında herkes seni “çok efendi biraz da mahçup” bir kimlikle tanıyor… Kürşat Başar gerçekten biraz mahçup mu? Ben biliyorum ama hiç kimse senin komik bir insan olduğunu bilmiyor, herkese her şeyi göstermeyen bir kişliğin var…

    Evet yakınlarım daha eğlenceli yönümü bilir. Hatta hiç unutmam o zamanlar çok yakın bir arkadaşım ilk kitabımı almış acele okumuş. Akşam bana geldi. “Yahu bu nedir? Ben senin komik bir şeyler yazdığını düşünmüştüm.” dedi. O mahçupluk dediğin şey aslında biraz da “ünlü olmak” falan gibi bence, hiç anlamı olmayan şeylerin sıkıntısından… Bilirsin hala iltifat edilice kızarırım, belki de yetişme tarzımdan… Ben tanıdığım insanlarla, sevdiğim insanlarla rahat ediyorum tabii onun dışındaki insanlarla o kadar rahat etmemem doğal…

    Kadınlar senin bir aşk adamı olduğunu ve onları çok iyi tanıdığını sanıyor. Sadece sanıyorlar mı yoksa bu bir gerçek mi?

    Belki bir yazarın insanları iyi tanıması lazım. Kadın, erkek hatta belki doğayı, hayvanları… Yoksa karakterleri çok yapay olur. Benimle ilgili bu söylenen şey de bence yazdıklarımla ilgili…

    Yazmak için iyi gözlem gerekiyor…Hherhangi bir kadını gözlemlediğinde karşına seni şaşırtan kadınlar çıkıyor mu?

    Elbette kadınlar beni her zaman şaşırtmıştır, erkekler o kadar karmaşık değil; neredeyse tek boyutlu… Kadınlarsa katmanlardan oluşuyor ve onları her zaman açmıyorlar.

    Kadınlar erkeklerin kişiliğini merak eder, erkeklerin pek umurunda bile değildir, kadın sorgulayan bir karakter… Sence kadınlar ile erkekleri birbirinden ayıran özellikler nelerdir?

    Bu tabii çok uzun cevabı olan bir soru. Yeni çıkacak yazılarımın çoğu da bununla ilgili. Bazen sahnede de söylüyorum; eğer evrim zinciri diye bir şey varsa şu sırada gider; maymun – erkek – kadın…

     Kadınlar ve erkekler demişken; sence aşk nedir? Aşkın aşk olabilmesi için yarım mı kalması gerekir?

    Yarım kalmasa da bir yerde dönüşüyor. Çünkü sonsuz bir aşk yaşamak insanı fazlasıyla yıpratır. O duygu size aşk şiirleri yazmanız için değil, sonunda türü sürdürmeniz için verilmiş. Biz onu sofistike bir hale getirdik. Aşkın böyle kısa bir tanımı olsa bunca roman, şiir yazılmazdı. Ama “Başucumda Müzik”in baş kişisi, şöyle bir tanım yapıyor: “Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın…”

     İnsan aşk acısı çekince yemeden içmeden bile kesilebiliyor, ben aşkı bir hastalık hali olarak görüyorum, acaba gerçekten bir aşk var mı ortada yoksa her şeyi yaptıran hormonlar mı?

    Hormonlar olduğu muhakkak ama aynı zamanda bizim o duyguyu büyütmemiz de söz konusu… Birkaç yüzyıl önce kadınlar aşk acısını kesebilmek için doktora gidermiş. Bu konuda uzman doktorlar varmış ve en büyük tavsiyeleri de genellikle bir başka aşk bulmaları olurmuş. Sörf yapanlar bilir; dalga ne kadar yüksekse o kadar heyecan duyarsınız ama aynı zamanda kıyıya çarpışınız da o kadar şiddetli ve tehlikeli olacaktır.

    İnsanlar geçmişte aşk acısı çekse de, o acı geçince yine aşık olmak istiyorlar. Bu kadar acı veren bir duyguyu tekrar yaşamak için can atıyorlar… Neden acı veren bir duyguyu tekrar tekrar yaşamak istiyorlar?

    Sanırım pek az şeyde bu derece yüksek bir ruh haline giriyoruz. İnsan büyük bir korku yaşayınca da benzer arızalar gösterir ama onu bir daha yaşamak istemez. Aşk tabii hem yüksek bir duygu hem de size kendinizi farklı hissettiren, yaşama sevinci veren bir şey. “Mutlu aşk yoktur” sözü bence genellikle o duygunun bir yerde kırılmasından, yitirilmesinden duyulan acı nedeniyle söylenmiş. Ama acı duysanız da yaşadıklarınız güzel değil miydi?

    “İnsan her yaşta aşık olur” sözüne inanıyor musun, sence belli yaştan sonra aşık olmak zorlaşıyor mu?

    Tabii ki ilk olan şeyler her zaman daha heyecan vericidir. İlk kez gördüğün bir kent sana nasıl heyecan veriyorsa ilk aşk da çok daha büyük bir heyecan… İnsan büyüdükçe, öğrendikçe duygularını da kontrol etmeye başlıyor. Hatta oyunları öğreniyor, taktikler geliştiriyor. Yani saf olan gerçek duyguyu yitiriyor. Biraz da belki bıkıyor artık bu gel-gitleri yaşamaktan. Daha sakin, huzurlu bir hayatı tercih ediyor.

    Kadın – erkek aldatmalarını nasıl değerlendiriyorsun. Aldatma affa girer mi?

    Girer bence. Aldatma konusunun çok fazla abartıldığını düşünüyorum. Bunun için bu kadar acıya, bu kadar kavgaya, bu kadar cinayete falan gerek var mı anlamıyorum. İnsanlar biribirini birçok konuda aldatıyor, yalan söylüyor. Aldatılan kişi eğer istemiyorsa ilişkisini bitirebilir. Kimseyi zorla yanımızda tutamayız.

    Aldatılan taraflar “çok uzun zamandır evliyiz, artık akraba olduk, yapmış bir hata” deyip düzeni korumalı mı?

    Ben hiç çok uzun zaman evli olmadım o yüzden bilemiyorum. Bunu diyenler de var, düzenini bozanlar da var. Bence ikisi de mümkün. Yeter ki insanlar birbirlerini anlamaya çalışsınlar… Hayat biriyle tesadüfen tanıştın diye onun her saçmalığını çekeceğin kadar uzun ve mutlu bir şey değil.

    Bir röportajında “umudu kaybetmek ayıptır” demişsin ama sürekli umut etmek ve o beklentiye ulaşamamak yorgunluk ve hayal kırıklığı yaratmaz mı?

    Aa ben mi demişim? Ne güzel demişim, hatırlamıyorum. Hayat hep zordur. En iyi yaşadığını sandığımız insanlar için bile hep zor anlar vardır. Umudunu kaybedersen hayat sevincini de kaybedersin. Örneğin; insan aşk acısından ölmez. Biraz zaman geçirirsin ve senin için daha iyi olacak biriyle tanışacağını umut edersin. Olmazsa ne olur? En azından hayatta kalırsın. Ve kim bilir belki de hiç beklenmedik bir şey oluverir… Ve emin olun olur… Kendimden biliyorum…

    Yazarlığın yanısıra, geçmişinde dergi çıkarmak, radyo yayıncılığı, televizyon programcılığı gibi bir çok başarılı projeye imza attın. Yazar ve Gazeteci olarak başladığın kariyerin şimdi yazar ve müzisyen olarak devam ediyor. Gazetecilik mesleğinden uzaklaştın.  Gazeteci olmak insanın üstünde bir baskı hissettiriyor.  Daha çok yazmaya ve müziğe yönelerek daha özgür bir dünya mı kurmak istedin. Bazı insanlar hayatlarını kendileri kurar ve kendileri bitirir. Biz çoğumuzsa hayatın akışı içinde olayların bizi yönlendirdiği biçimde yaşarız” deniyor. Siz hangisisiniz?

     Ben de bir türlü karar verip harekete geçemeyenlerdenim. Hoş, geçenler ne kadar doğru yapıyor tartışılır. Çok basit şeyler yüzünden insanlar acı çekiyor, çocuklar ölüyor, aç kalıyor… Ay’a da gitseniz dünyanın en derinine de dalsanız insanın gerçekliği maalesef değişmiyor. 3 din kitabı var elde, onların üzerine söylenecek çok da bir şey yok açıkçası. Bugün teknoloji alır başını ilerler, önünü alamazsınız. Ama duygular ve hayatı algılayış bakımından yüzyıllar da geçse büyük farklılıklar göremezsiniz.

    İlk albüme ismini veren “Keşke Burada Olsaydım” sizin bestenizdi. Müzikle uğraşan insan beste yapmaktan kendini alamaz, başka besteleriniz de var mı?

    Bu albüme ismini veren ve sevgili Nükhet Duru’nun seslendirdiği “Kaldığımız Yerden” de yine benim bestem. Bunun dışında da farklı tarzda beste çalışmalarım var.

    YORUMLAR

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.