Marmara Denizi’ndeki çevresel yıkım beklenmedik yeni salgınlara yol açabilir
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM)’nin başlattığı “Salgın ve Toplum” webinar serisi kapsamında düzenlenen “Marmara Denizi’nde Neler Oluyor? Kirlilik, Isınma ve Müsilaj Sorunu” başlıklı toplantıda, Marmara Denizi’nde yaşanan gelişmeler ele alındı. Toplantıya katılan uzmanlar, Marmara Denizi’ndeki yıkımın bir iç denizin ölümü olduğu ve bu tür çevresel felaketlerin beklenmedik yeni salgınlara yol açabileceği uyarısında bulundu
Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin (İPM) başlattığı “Salgın ve Toplum” webinar serisi kapsamında “Marmara Denizi’nde Neler Oluyor? Kirlilik, Isınma ve Müsilaj Sorunu” başlıklı toplantı yapıldı. Moderatörlüğünü İPM Araştırma ve Akademik İlişkiler Koordinatörü Senem Aydın Düzgit’in yaptığı webinar’ın konuşmacıları Sevinç-Erdal İnönü Vakfı tarafından yürütülen MAREM (Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi) Proje Lideri Levent Artüz ve İPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin oldu. Webinarda son dönemde Marmara Denizi’nde yaşanan önemli gelişmeler ele alındı.
“Marmara Denizi’nde bir denizin ölümüne tanıklık ediyoruz” diyen Senem Aydın Düzgit, “Bu durumun nedenleri biraz küresel ısınma ama çoğunlukla insanların yönetim yanlışları, hataları veya bile bile yapılan politikalar olabilir belki de” dedi.
MAREM Proje Lideri Levent Artüz, Marmara Denizi’nin bugünkü durumuna gelmesinde 1980’lerde başlanan yanlış projeler ve özellikle 2000’lerden sonra bu gidişatın hızlanmasının payı olduğuna dikkat çekti. Konu ile ilgili Levent Artüz, şunları söyledi: “Haliç’in temizlenmesi projesi kapsamında 1989 yılında arıtma ve taşıma projeleri olmadan, alt akıntılar taşıyıcı bant olarak kullanılarak kirli suyun Karadeniz’e boşaltılması projesi başlatıldı. Oysa bu akıntının sadece yüzde 10’unun, sadece Karadeniz’e geçtiği biliniyordu. Bunun olmayacağı biliniyordu ama bu fikirde diretildi. Sonra ne oldu? 1989’da balık ölümleri yaşandı. Tüm deniz canlılarını bu dönemde kaybettik. Balıkların boğularak ölmesi olarak bu olay literatüre geçti. Marmara Denizi’nde büyük bir katliam oldu. Tür çeşitliliği kayboldu. 90’lardan itibaren Marmara’da deniz analarından adacıklar oluşmaya başladı. Kılıç balığı, orkinos gibi ciddi ekonomik değere ve ekosistem için önemli olan balıkların avcılığı ortadan kalktı. Diğer balıklarda boy küçülmeleri oldu. Arıtmadan yapılan deşarjlardan dolayı Marmara Denizi bulanıklaşmaya başladı. Küresel ısınma Karadeniz’de 1 dereceyken Marmara 2.5 – 3 derece ısındı. Bu ısınma böyle devam ediyor.”
2007 yılında bugünküne benzer bir müsilajla karşılaştıklarını söyleyen Levent Artüz, “Yapısı biraz daha farklıydı ama bu kadar yaygınlaşmadığı için çok ilgi odağı olmadı. 2011’den itibaren istilacı türleri görmeye başladık. 2017’de artık Marmara mikroplastik kirliliğinde dünya ikinciliğine yükseldi. Sonunda 2021’de bugün yaşadığımız olayla karşılaştık” dedi.
Levent Artüz, felaketin göz göre geldiğine dikkat çekerek, sözlerine şöyle devam etti: “1989’da birinci fazda tür çeşitliliğini erozyona uğrattık. Kirliliğin ikinci fazında ise tür çeşitliliğinin azaldığı ortamda mevcut türlerde artış oldu. Rekabet şartlarının değişmesinden dolayı mevcut türler arttı. Bu türlerden biri aradan sıyrılıp akla hayale gelmeyen kısa sürede bollaşıyor, sonra kırıma uğrayıp ölüyor. Bu tür ölünce hücre içi sıvıları ortama yayıldı. Bu sıvılar sudan farklı yoğunluğa sahip olduğu için bir bölümü çalkalanıp yüzdü, bir bölümü ortamdaki katı atıkları içine alarak derinlere indi. 1272 metrelerde bile müsilaja rastlıyoruz.”
İPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin de bilim insanlarının bu konuda yıllardır yaptıkları uyarılara rağmen sorunun son bir aydır gündeme geldiğini, Çevre Bakanlığı’nın da bir haftadır harekete geçtiğini belirterek, “Çevre sorunları gözümüzün önünde görebileceğimiz bir düzeye ve görünürlüğe ulaştığında ve sosyal medyada konuşulunca yetkililer acil bir durum olduğunu fark ediyor. Bu, en önemli sorunumuz bence. Felaket görüntüleri olmasaydı, Marmara Denizi’nin dibi müsilaj kaplı olsaydı, yine bir şey yapılmayacaktı. Bu durum, çarpıcı görüntüler ve infial yaratan bir durum olmadan çevre meselesini konuşmadığımızı ve devletin de bu konuda harekete geçme konusunda acelesinin olmadığını gösteriyor” dedi.
İklim değişikliğinin, insan kaynaklığı olduğuna dikkat çeken Ümit Şahin, şöyle konuştu: “Biz Marmara Denizi’nde yaşanan çevre yıkımına ‘denize giremiyoruz, kokuyor, görüntü kirliliği var, balık yiyemiyoruz’ diye kendimizce bakıyoruz. Oysa 40 yıldır ciddi bir ekolojik yıkım yaşanıyor. Bütün canlılar ortadan kalkıyor ama biz doğanın haklarına saygı göstermediğimiz, ekosisteme yaşam hakkını tanımadığımız için bu meseleleri son noktada gelindiğinde çözmeye çalışıyoruz. Sera gazlarıyla atmosferi atık deposuna çevirmekle, Marmara Denizi’ni sanayi ve evsel atıklarıyla çöplüğe dönüştürmek aynı. Denizler ısınsa bile Marmara Denizi’ni atık çukuruna çevirmeseydik bu olayla karşılaşma ihtimalimiz çok daha düşük olacaktı. Küresel ısınma tetikleyici olsa da bunun asıl kaynağı insan.”
Çevre Bakanlığı’nın açıkladığı Eylem Planı’nı da değerlendiren Ümit Şahin, “Marmara Denizi’nin koruma alanı ilan edilmesi önemli ama bunun nasıl yapılacağı, ne kadar finansman gerekeceği ve süresi belli değil. Kanal İstanbul’un getireceği yeni nüfus da kirliliği artıracaktır” dedi. Levent Artüz de Eylem Planı’nda ilk kez Marmara’nın kirletildiğinin konsesus olarak ortaya konulmasının önemli olduğunu belirterek, Marmara Denizi’nin koruma alanına ilişkin hukuksal altyapının acilen ortaya konulması gerektiğini söyledi. Artüz, “Marmara Denizi 1989’da öldü. Bundan ders çıkartıp benzer projelerden vazgeçmeliyiz” dedi.