‘Kale ile Tasarım Konuşuyor’da tasarımın öncü isimleri deneyimlerini paylaştı
Kale Grubu bünyesinde faaliyet gösteren yapı sektörünün lokomotif şirketi Kaleseramik; ‘Sevdiğin Kale’yi Tasarla’ projesi kapsamında, farklı sektörlerden başarılı isimlerin kendi kişisel deneyimlerini aktardığı ‘Kale ile Tasarım Konuşuyor’ paneli düzenledi. Tabanlıoğlu ortağı Melkan Gürsel, Birsel+Seck’in kurucu ortağı Ayşe Birsel, Dice Kayek’in kurucusu Ayşe Ege, Bee Goddess’ın kurucusu Ece Şirin ve Mudo’nun kurucusu Mustafa Taviloğlu gibi, her biri kendi alanında marka olan ve başarılı projeleriyle sınırları aşan isimlerin konuştuğu panel; başta mimarlar olmak üzere, iş, sanat ve medya dünyasından isimlerin aralarında bulunduğu çok sayıda katılımcıdan büyük ilgi gördü.
Soho House’ta düzenlenen ‘Kale ile Tasarım Konuşuyor’ panelinin açılış konuşmasını yapan Kaleseramik Ürün ve Tasarım Direktörü Zeliha Özay, bu yıl Kale Grubu’nun 60’ıncı kuruluş yıldönümü olduğunu belirterek, “Kale Grubu’nun amiral gemisi Kaleseramik, kuruluşundan itibaren seramik sektörünün gelişimine öncülük etti. 60 yıllık tarihinde birçok ilke imza atan Kaleseramik, tasarım alanında da uzun bir yol katetti. Bugün Çanakkale Seramik, Kalebodur, Kale Banyo, Edilcuoghi ve Edilgres markalarımızla, trendleri yakalamanın ötesinde, her zaman trend yaratan lider markalara sahip olma misyonuyla hareket ediyoruz. Kaleseramik olarak, tasarım ve inovasyona bakışımızdan dolayı, dünya çapındaki Türk tasarımcı Ayşe Birsel ile ‘Sevdiğiniz Kale’yi Tasarlayın’ projesi kapsamında ‘Kale Tasarım DNA’sı ve Kale Tasarım Kılavuzları’nı oluşturduk. Böylece Kaleseramik, bu yenilikçi araştırma ve tasarım sürecini; belirli bir program doğrultusunda metotlarına entegre eden ve Türkiye’de sektörde ilk kullanan şirket oldu. Bugün, kendi markalarımızda olduğu kadar, sektörde tasarım olgusunun içselleştirilmesi ve benimsenmesini hedefliyoruz” dedi.
Öncü isimler panelde buluştu
2008 yılında ‘The European Centre for Architecture Art Design and Urban Studies’ tarafından Avrupa’nın 40 yaş altı 40 mimarından biri seçilen ve 2015 yılında da ‘ 21’inci yüzyılın 50 yenilikçi ismi’ arasında yer alan Tabanlıoğlu’nun ortağı Melkan Gürsel, moderatörlüğünü üstlendiği panelde, tasarım konusunu konuşmacılarla birlikte masaya yatırdı. “Bu kadar tasarımla ilgili kişinin bir araya gelmesi kolay değil” diyen Melkan Gürsel, “Her zaman çok önem verdiğim bir şey var, mimaride de insanlar için tasarlıyoruz çünkü esasında her türlü tasarım bir şekilde insanların mutluluğu içindir. Hem ona dışından bakan, hem yaşayan, hem de kullanan için. Ayşe Birsel de çok anlamlı bir kitap yazarak, ‘Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın’ dedi. Ayrıca bunun bir parçası olan, Kale ile ‘Sevdiğiniz Kale’yi Tasarlayın’ sürecini başlattı. Bugün esasında bu kapsamda bir araya geldik” dedi. Ayşe Birsel’in, Amerika’da en önemli 100 tasarımcı arasına girdiğini hatırlatan Melkan Gürsel, Birsel’e, ‘Tasarım içsel ve bireysel bir süreçtir’ şeklindeki sözlerinin ne anlama geldiğini sordu.
Endüstriyel tasarımın insani ölçeğine aşık oldum
Endüstriyel tasarıma çocukluğunda bir aile dostlarından etkilenerek ilgi duyduğunu belirten Ayşe Birsel, endüstriyel tasarımın insani ölçeğine aşık olduğunu ve ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünden birincilikle mezun olduktan sonra New York Pratt Institute’da master yaptığını anlattı. Global markalar için yaptığı çalışmaları slayt eşliğinde katılımcılarla paylaşan Ayşe Birsel, konuşmasına Kale ile gerçekleştirdiği çalışmalarla devam etti: “5 yıl önce Kale ile çalışmaya başladığımızda öncelikle Kale’nin tasarım DNA’sını çıkardık. ‘İşte bu Kale’ dedirten ve ‘Kale’yi insanlara sevdirten tasarımlar nasıl olmalı?’ Oradan yola çıkarak, ‘Kale’nin değişik markaları altındaki tasarım nasıl olmalı?’ sorularından yola çıkarak bir yol haritası çizdik. Aslında bizim son kullanıcıyla yönelik yaptığımız, ‘Onlar tasarlarsa nasıl bir fikir çıkar? ve ‘Kullanıcı karo tasarımına nasıl bakıyor?’ diyerek birlikte bir çalışma gerçekleştirmekti. Bütün bunları yaparken, Boz:Yap(Deconstruction: Reconstruction) metodolojisini uyguladık. Bu süreçte amacımız bir şeyi bozmak, ana parçalarına bakmak, onları başka bir gözle görmek ve tekrar bir araya getirip onlara bir form vermek oldu.”
Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın
Boz:Yap metodolojisini daha sonra hayata uyarlamaya başladığını belirten Ayşe Birsel, “Çünkü ben hayatımızın en sevdiğimiz proje olduğunu düşünüyorum. Acaba hayatımızı tasarım süreciyle tasarlarsak nasıl olur? Bu deney 8 yıl önce başladığım bir şeydi. Baktım ki insanlar hakikaten hayatlarını tasarlayabiliyorlar. Sonra da ortaya ‘Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın’ kitabı çıktı ve bu kitabım ABD ve Türkiye’de yayınlandı. Tasarım dediğimiz zaman, aslında bizim hayatımızın bir tasarım olduğunu, benim de rolümün tasarımcı olarak artık ürün tasarımı değil, insanların hayatlarını tasarlamak ve tasarlatmak olduğunu anladım” dedi.
İyimserlik ve empati tasarımın ana unsurudur
Melkan Gürsel’in, “Sence tasarlarken tasarımcının iyimser olmasının getirdiği fark ne? İyimser tasarımcı hayata ne katar?” sorusu üzerine Ayşe Birsel, “Aslında iyimserlik tasarımcının en büyük özelliklerinden biri. İyimserlik bizim bütün yaratıcılığımızı destekliyor ve ileri götürüyor. Çünkü biz problem çözücü insanlarız ve her işe problemden başlıyoruz. Bu zorlukları insanlar için çözeceğimize ve insanların hayatına bir şekilde kolaylık, güzellik, rahatlık katacağımıza, hakikaten kalpten inanıyoruz. İyimserseniz aslında tasarımın en önemli karakteristiklerinden birine sahipsiniz demektir. Tasarımcının diğer özelliği de empati yeteneğidir. Tasarımcı olarak kendimizi başka insanların yerine koymaya ve onların sorunlarını, onların gözünden anlamaya çalışıyoruz. Kendimize değil, diğer insanlara tasarım yapıyoruz aslında. İyimserlik ve empatiyi bir araya getirdiğimizde zaten tasarımın ana unsuru ortaya çıkıyor” diye konuştu.
Paris ve İstanbul’un senteziyle daha farklı tasarımlar yapabiliyoruz
“Tasarım mimari moda ya da bir obje tasarımı, bunların hepsi birbirinin içinde, hepsi birleştiği zaman daha güzel, daha hoş bir dünya oluyor” diyen Melkan Gürsel, Paris’te Dice Kayek’i kuran Ayşe Ege, ile kız kardeşi Ece Ege’nin, Doğu’nun motifleri ve bazı ögelerini çağdaş bir yorumla yeniden ortaya çıkardıklarını ifade ederek, Ayşe Ege’ye, “Modada tasarım nasıl oluyor?’ diye sordu. 1994 yılında Dice Kayek’i kurarak Paris’te hayata geçirdikleri tasarım projelerini, slayt eşliğinde anlatan Ayşe Ege, şöyle konuştu: “Paris’i seçmemizin sebebi, kim ne derse desin modanın kalbinin Paris’te atmasıdır. İstanbul da çok güzel ve önemli bir şehir. İkisinin senteziyle bence biraz daha değişik tasarımlar yapabiliyoruz. Mesela ‘Kontrastlar Şehri İstanbul’ adlı koleksiyonumuzla İstanbul’u kostümlere yansıttık. Bu koleksiyonumuz müzelerde sergilendi, sanat ödülü aldı, harika yerlere gitti. Dolmabahçe’nin kapısından esinlenip bir giysi tasarladık. Ayasofya’daki Cebrail meleğinden, minarelerden, Galata Köprüsü’nden, Topkapı’yı sembolize eden mücevherden, Kanuni’nin çocukluğunda giydiği kaftandan, İstanbul’daki manolya ağaçlarından esinledik. Her şey esin kaynağı oldu bize. Aslında bizim her koleksiyonumuzda bir kontrastlık var.”
Modelleri giydirmek kolay, sokaktaki insanın beğenisini kazanmak önemli
Melkan Gürsel’in, “Bundan sonra Dice Kayek, daha farklı bir sürece girecek mi?” ve “Gelişen teknolojinin tasarımı farklılaştırma anlamında bir etkisi oluyor mu?” soruları üzerine Ayşe Ege, “Biz bir giysiyi tasarlarken, bir kadını daha hoş göstermeyi, bir kadının kusurlarını nasıl gizleyeceğimizi düşünüyoruz. Herkes modeller gibi değil. Onları giydirmek çok kolay, asıl sokaktaki insanın giydirmek önemli. Sokaktaki insan senin tasarladığın giysiyi giyiyor ve bundan mutluluk duyuyorsa bence en güzel şey bu. İyi tasarım hem hayatı güzelleştiriyor hem de ekonomik olarak da bir katkı sağlıyor. Teknoloji konusuna gelince, yeni düzende herkes doğaya saygılı. Her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Artık ipek çok zor bulunan bir kumaş haline geldi. Şimdi yeni yeni başka doğal ürünlerin yanı sıra, teknoloji ilerledikçe yünün, derinin yerine geçecek ürünler ortaya çıktı. Teknoloji, bugün moda markalarının en önemli unsurlarından bir tanesi” dedi.
En vizyoner mücevher tasarımcılığına uzanan yolculuk
Ece Şirin’in, ‘Anadolu’dan dünyaya sihirli bir ışık yaratacağım’ diyerek Bee Goddess’ı kurduğunu, geçen yıl da ‘En vizyoner mücevher tasarımcısı’ seçildiğini belirten Melkan Gürsel, Ece Şirin’e, “Mücevher statü değil, ruhun sembolüdür diyorsun. Bu his nasıl oluştu?” diye sordu. Aslında tasarımcı olmak veya bir şeyler tasarlamak için yola çıkmadığını, hatta mücevheriden nefret ettiğini ifade eden Ece Şirin, “Çünkü içinde bulunduğumuz toplumda mücevher, bir kadının herkese karatını gösterdiği ve karat büyüdükçe kendilerinin de büyüdüğünü göstermesi için kullanılan bir objeydi. Bu beni çok rahatsız ediyordu. Bence insanların çok büyük karatları taşımasındaki bütün arzu, yani maddi zenginlik yaratma arzusu içinde kendini gerçekleştirme arzusudur. Bir insanın ruhunun arzuları sonsuz ama maddi olan her şey sonlu ve ben buna ulaşmaya çalışıyorum. Sanki çok küçük yaşlardan beri bu arayışın içinde ve bunun birazcık da acısını çekiyordum. Çünkü hangi işi yaparsam yapayım. Hangi parayı kazanırsam kazanayım, bana yetmiyordu. Bu yolculuk devam ederken bir taraftan da bir spiritüel yolculuk içindeydim. ‘Madde mi mana mı’ derken Bee Goddess’ta bu ikisini bir araya getirdim” dedi.
Her tasarım ilham vermeli
Tasarımın altındaki en önemli unsurun kendinden geriye bir şey bırakmak olduğunun altını çizen Ece Şirin, “Tasarımcı şunu sormalı; ‘Ben nasıl bir dünya yaratmak istiyorum?’ Benim cevabım; ‘Nasıl sihirli olabilir bu dünya? Kendi içinizdeki sihri aktarabildiğinizde’ oldu. Ben öyle yaptım. Bence tasarımın tek dili var o da kalbin dili. Ben dünya için tasarlamak üzere yola çıktım. En önemli şey kendine güvenmek, inanmak. Benim için önemli olan çok cici bir parça yapmak değil, bunun içindeki mananın bir kişiye katacağı ilhamdır. Her tasarım bir ilham vermeli. Bize anlam katan objeler, kendi içimizdeki anlamı dışarı yansıtmamızı sağlar. Benim tasarımımda hep bir fayda olmak zorunda. Beni bir yere taşıyan, Avrupa’da bana başarı getiren şeyler, içine koyduğum hikayelerdir. Önemli olan herkesin kendi ruhuna uyacak şeyler alması” diye konuştu.
Ben ileriye bakmayı seviyorum
Melkan Gürsel, “Mustafa Taviloğlu’nun en büyük özelliği, çok iyi bir gözü ve iyi bir koleksiyoner olmasıdır. Senelerdir bir müze yapmak istiyor. Biz de o sürecin içinde yer aldık aslında epeydir. Bunları biliyoruz, şahit olduk. Ayrıca yaşam zevki, gustosu da bence tasarımdan ayrılmaması gereken şeyler” diyerek sözü Taviloğlu’na bıraktı. “En sevdiğim cümle ‘Hayat güzeldir.’ Hayata, ne yapabilirsem o yönüyle baktım” diyen Mustafa Taviloğlu, şöyle devam etti: “İlk işe başladığım zaman 1968’de Paris’e gittim. Bir kere, şunu yapıyorum ben; baktığımdan fazlasını görüyorum. Çünkü birilerinin hayata katkısı olması lazım. Paris’te giyilen tişörtleri gördüm, bizim bildiğimiz fanilalar ile sokakta dolaşıyorlardı. Geldim buraya ve ilk işim, tanınmam tişörtle oldu. Fitaş’ta 12 metrekarelik bir mağazamız vardı. İç çamaşırcıya gittim ve bu atletleri boyayacaksın dedim. Onlar her gün üretiyor, biz yetiştiremiyorduk. Bir de orada safari denilen ceketleri gördüm. Bunları da işçi elbisesi yapan birine yaptırmaya başladım. Günde 30-40 tane üretiliyor, geldiği gibi satıyordum. Yeni bir şeyi bulduğunuz zaman, iki türlü bakmak lazım. Bir önüne bakmak, bir ileriye. Ben ileriye bakmayı seviyorum. Çünkü önüne bakmak kolay ama daha ileri baktığınız zaman yapmak istedikleriniz konusunda daha bir yaratıcı olursunuz.”
Yaptığınız işi daha iyi yaparsanız her şey iyi olur
Taviloğlu, 70’lerde yurtdışına daha sık gitmeye başladığını ifade ederek, “Galeri açılışına gittim, ilk kez 1970’te resim almaya başladım. Koleksiyonumu tamamen vakitle, araştırarak yaptım. 1996’da ilk koleksiyon kitabımı çıkardım. Burada söylemek istediğim şey, yapılanı değil de yapılmayanı yapmak. Tasarımın temelinde bu var. Esinlenmek çok önemli bir şey, insanın içinde olmalı. Ben durmadan fotoğraf çekiyorum. Bugün bile Atina Havalimanı’ndan gelirken bir mont gördüm ve fotoğrafını çektim. Onu yapalım diye değil, dünyaya bakmak, esinlenmek için” dedi. Taviloğlu, “Ben ne yaparsam fark getirebilirim?” diyenlere, ‘Yaptığınız işin daha iyisini yapacaksınız.’ Yaptığınız işi daha iyi yaparsanız her şey iyi olur. Memleketin buna ihtiyacı var. Fark edilmek istiyorsan heyecanını koruyacaksın. Bu heyecan da yeni bir şey yapmaktan, beğenilme arzusundan gelir” tavsiyesinde bulundu.
Hayata geçirmek istediği müzeden bahseden Taviloğlu, “Bütün niyetim, dünya standartlarında bir sanat ortamı yapmak. Bir katkıda bulunmak istiyorum. Sanat, tasarım, insanın olmazsa olmazı, hayatın içinde olandır. Hayat kendini iyi tasarlayanların keyifle yaşadığı bir duruma geliyor. Tasarımcıları çok takdir ediyorum. Yapılmayanı yapmak için efor sarfediyorlar” dedi. Ayrıca genç tasarımcıları ve yenilikçi tasarımları desteklemek amacıyla Live Design Live Awards’ı düzenlediklerini belirten Taviloğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Burada en büyük amacımız bir objeyi tasarlamak değil, bir yaşam alanını tasarlamak. Tasarım, yaşamı renklendiren bir olgudur. Bir objeyi değerlendirmektense, onunla beraber tablosunu, vazosunu, halısını, aydınlatmasını düşünen, uyum içinde bir yaşamın tasarlandığı yarışma yapmak istedik.”