Demet Özdemir: Can ile oynadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum
“Sana Bir Sır Vereceğim” dizisi ile oyunculuk kariyerine başlayan “No:309”ve “Sen Kiminle Dans Ediyorsun” da canlandırdığı karakterler ile büyük beğeni toplayan, son günlerin reyting rekortmeni dizisi Erkenci Kuş’ta “Sanem” karakterine can veren Demet Özdemir kendisi ile ilgili merak edilenleri MAG okurları için anlattı.
MAG Ekim sayısı için objektif karşısına geçen genç ve başarılı oyuncu kariyeri ve Erkenci Kuş macerası ile ilgili bilinmeyenleri özel röportajında paylaştı. Can Yaman ile sıkı bir arkadaşlıklarının olduğunu ve bu arkadaşlığın sahneleri çekerken insanlara aktarmada fayda sağladığını belirten Özdemir, “Erkenci Kuş’u okuduğumda elime geçen projelerden farklı olarak karakteri kafamın içinde canlandırmış ve fragmanı bile çekmiştim. O yüzden de evet dedim. Can ile rol aldığım için çok şanslı hissediyorum” dedi. MAG objektifleri için verdiği özel karelerde de enerjisini yansıtan güzel oyuncu gelecek hedefleri ile ilgili de merak edilenleri çok özel röportajında paylaşıyor.
Bize biraz kendinden bahseder misin?
’92 yılında çok küçük bir yer olan İzmit’te doğdum. Bir ablam ve abimle birlikte güzel bir çocukluk geçirdim. Küçük bir yerde büyüdüğüm için özgürdüm hatta biraz erkek çocuğu gibiydim… Sonra İstanbul’a yerleştik, karışık ve kalabalık bir yer ama buraya da adapte oldum.
Oyunculuk kariyerin nasıl başladı?
İlk önce dans etmeye başladım, sonrasında bir arkadaşım vasıtasıyla oyuncu olma düşünceleri girdi aklıma… “Oyuncu olmayı düşünür müsün?” sorusunu bana ilk kez sorduğunda çok garipsemiştim. Fakat sonra “neden olmasın?” dedim ve bunun hayallerini kurmaya başladıktan sonra “nerede eğitim alabilirim, ne yapabilirim?” diye düşünmeye başladım ve Şahika Tekand’a gittim. Tiyatro eğitimim 2 yıl sürdü. Sonra hemen hemen herkesin bildiği gibi seçmelere girdim. İlkinde ilk işim olan “Sana Bir Sır Vereceğim”deki rolümü canlandırdım ve seçildim. Ondan sonrası o kadar hızlı geçti ki hatırlamıyorum bile… (gülüyor)
İlk canlandırdığın rolde neler hissettin?
Çok heyecanlıydı. “Sana Bir Sır Vereceğim” fantastik bir işti. Beni en çok düşündüren kısmı, ellerimden elektrik çıkarma durumuydu. “Tamam eğitim aldım ama ellerimden nasıl elektrik çıkaracağım?” Tabii ki efekt olacaktı hepsi ama “ben bunu ben nasıl farklılaştırıp da normal bir karakterden sıyrılabilirim?” diye sorguluyordum kendimi… Kısacası ilk rolüm soyut bir şeylere tepki vermem beklenerek geçti. Fakat Balık burcuyum; dolayısıyla ne söylerlerse çok çabuk adapte olup o dünyaya girebiliyorum. Birazcık ucundan yakaladığımı düşünüyorum ki yönetmen “beğendim” dedi. Neyi beğendiği hakkında hiçbir fikrim yok gerçekten! (Gülüyor) Çünkü ben olabileceğini hiç düşünmüyordum açıkçası. Zaten çok da heyecanlıydım ama büyük ihtimal enerji meselesiydi ve enerjimiz tuttu.
Peki oyunculuk serüveni başladığından beri yolculuk boyunca neler ile karşılaştın? Hafızana kazınan anlar neler?
İlk işim benim için çok çok değerli ve her zaman da öyle kalacak… Çok yorulduğum bir işti; çok az uykuyla sete gidip geldim. “Bir şeyler oluyor mu, olacak mı?” gibi soru işaretleri kafamda çok fazlaydı. Alternatif bir işti bir de, fantastik bir konusu vardı, geri dönüşünün nasıl olacağını çok merak ediyordum. Oradan sonrası hızlı bir şekilde aktı, iyi insanlarla ve usta oyuncularla oynamak benim için ikinci bir okul oldu. Oyunculukla ve bu sektörde nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili birçok şeyi onlardan öğrendim. Hiçbir zaman tam olarak öğrendim demiyorum ve demeyeceğim de… Sakin olmak bu sektörde gerçekten çok önemli; sektöre yeni girecek olanlar için bunu önerebilirim. Canlandırdığın karakteri daha tutarlı hale getirmek için; bütün kaygılarından ve egolarından uzaklaşmak, tam olarak anda kalarak birlikte oynadığın oyuncuyu dinlemek ve sadece kendi laflarını söylemek için söylemek yerine, daha çok yaşama taraftarı olmak gerektiğini düşünüyorum. İşin raytingden bahsetmiyorum, oyuncunun kendi içsel doygunluğundan bahsediyorum. Bu şekilde davranmanın oyuncuyu daha da tatmin edeceğine inanıyorum. Diğer türlü kaygılara yönelirsek yaşadığımız hayatı biraz daha karamsarlığa itip, işi rayting ya da para odaklı hale getirmiş oluruz, o yüzden buradan kaçmak gerekiyor bence. Benim öğrendiğim ya da hala öğrenmeye devam ettiğim şey bu. Onun dışında çok keyifli bir meslek, yeter ki o heyecanı dindirip, sakinleşebilelim. Bir de gerçekten set adabı diye bir şey var, onu biraz daha kavrayabilirsek her anlamda mutlu bir şekilde eve gidecek, ve çektiğiniz bölümü izlediğinizde tatmin olma duygusunu yaşayacabileceksiniz…
Bu kadar yorgunluğu bir şeylerin motive etmesi lazım değil mi?
Kesinlikle! Eğer farklı hırslara bürünüp daha fazlasını beklerseniz ya da sadece oyundaki hissiyata değil de, nasıl göründüğünüze bağlı kalırsanız hiçbir zaman mutlu olamazsınız. Oturup da usta oyuncularla bunu konuşmadım ama mesela Sumru Yavrucuk, Binnur Kaya, Mahir Günşıra gibi değerli isimlerle çalıştım ve onları gözlemlediğim kadarıyla şunu söyleyebiliyorum ki; tüm dertleri anda kalmak ve oynamak, başka hiçbir soru işareti yok kafalarında. Rol aldığım tüm dizilerde hayatını sanata vermiş, tiyatroya vermiş isimlerle birlikte çalıştım. Bu tabii ki tecrübe ile sabit olacak bir şey ama en azından kıyısından, köşesinden onlarla birlikte olabilme şansını yakaladığım için çok şanslı hissediyorum kendimi, çünkü bu saydığım isimler idolüm olan isimlerdir.
Kendini izlediğin zaman dışarıdan gözlemleyip eleştiriyor musun?
Eleştiri ister istemez oluyor kendine karşı. Ancak oynarken bir şeyleri planlamadığım için benim için en doğrusu o oluyor. “Şurada gülersem daha iyi durur” ya da “Burada ne yaparsam daha güçlü dururum?” gibi cümleler kurmuyorum. Çünkü eğer bu tarz kaygılar sonradan, “ah keşke burada bunu yapmasaydım, gülmeseydim de böyle yapsaydım”a dönüşüyor. Ben çektiğim sahnenin hepsini çektikten sonra unutuyorum zaten, hemen bir sonraki sahneye adapte oluyorum. Sanırım burcumun da bana getirdiği en önemli özelliğim bu; hiçbir şey aklımda kalmıyor. İzlediğimde de nasıl göründüğüme, başkalarının nasıl göründüğüne, sesimin nasıl çıktığına ya da gözümün nasıl baktığına takılmıyorum, daha çok “kaptırmışım gitmişim” diyorum.
Aslında, canlandırdığın karaktere hislerini yansıtman lazım, değil mi?
Ben buna şu şekilde bir örnek vermek istiyorum; normal yaşantımızı sürdürürken, insanlarla sohbet ederken 7/24 nasıl göründüğümüzü dert ediyor muyuz? Bir rolü oynarken de bu böyle olmalı… Tabii ki yüzde yüz gerçeği yansıtmak mümkün değil, sonuçta ortada bir metin var zaten, mutlaka ona bağlı kalıyoruz ama onu ne kadar sadeleştirirsek, ne kadar doğallaştırırsak, gerçek hayatta yaptıklarımızın hiç değilse yüzde seksenini oraya katabilirsek ne mutlu bize… Ben de en fazla şu “rujun rengi şöyle durmuş bende, burada belki daha az bağırsaydım daha iyi olurmuş” diyorum ama kafamı tamamen buna takıp, sürekli bunu dert edip orada öyle göründüğüm için sonraki sahnemde “burada böyle yapacağım” gibi şeyler planlamıyorum.
Peki bugüne kadar canlandırdığın karakterlerden en çok hangisini sevdin?
“Hepsi benim çocuklarım gibi…”diye klişe bir cümle kurmayacağım… (Gülüyor) İlk işimdeki “Aylin” karakterinin yeri çok ayrı benim için, çünkü hem çok yoğundum hem de bir Balık burcu insanı olarak fantastik şeylere çok çabuk inandığım için bu karakter beni daha çabuk etkiledi. Kızın avuçlarının içinden gerçekten elektirik çıkıyor olması, onu hem güçlü hem güçsüz hale getiriyordu. Bir yandan çok üstün bir yeteneği vardı, bir yandan da çevresine zarar verebildiği için çok çaresizlik yaşıyordu. Çözmeye çalıştığım garip bir psikolojisi vardı, bu yüzden bana çok dramatik gelir hep… Bunun dışındaki karakterlerim hep bize yakın, çevremizde sürekli olarak gördüğümüz ve daha çok deneyimleyebildiğimiz karakterlerdi.
Az önce idolün olan isimlerden bahsettin ama aynı sahneyi hiç paylaşmadığın ve paylaşmanın hayalini kurduğun oyuncular kimler?
Hayallerimi tek tek gerçekleştirmeye başladım… Sumru Yavrucuk, Zerrin Tekindor gerçekten hayalini kurduğum oyunculardı ve onlarla oynadım. Şimdiki hayalim Çetin Tekindor ve Haluk Bilginer… Birçok usta oyuncu var ama şu an aklıma gelenler onlar… “Bir baba – kızı oynayalım”, “Dizi olsun veya sinema filmi olsun”, “Mutlaka şöyle bir senaryo olsun” gibi düşüncelerim yok. Nasıl bir rol olduğu veya ne tarz bir projede birlikte olacağımız önemli değil… Benim için önemli olan; onlarla göz göze oynamak, çalışma disiplinlerine, nasıl oynadıklarına, hazırlıklarına şahit olmak…
Sinema filminde veya dizide nasıl bir karaktere hayat vermek istersin?
Sert bir karakteri oynamak istiyorum. Çünkü eğitim alırken aslında sadece romantik komediyi kimse öğretmiyor ya da bize herhangi tek bir tarz öğretmiyorlar. Gerçekliğin peşinde olmamız öğretiliyor, en azından benim eğitim aldığım yerde öyleydi. Bu yüzden hepsi var içimde hayal olarak… Kendinden emin ve planlı bir karakteri canlandırmak bana daha çekici geliyor şu anda… Dizinin ya da sinemanın seyrinde birçok şey yaşayabilir ve farklı bir karaktere dönüşebilir ama daha sert bir yerden başlamak, onun macerasına ya da hayatına dahil olan işler yapmak beni cezbediyor… Fakat romantik komediden de asla vazgeçemem, onun yeri hep ayrı benim için. Orada saf ve masum kızları oynuyorum; gerilim, aksiyon veya dramada da aynı karakteri oynarsam benim için bir şey değişmeyecek, sadece biraz hızı değişecek. Asıl hayalim, farklı şeyler çözümlemek için Aylin karakteri gibi çözümlemesi zor şeyler oynamak…
Şu anda herkesin beğeni ile izlediği Erkenci Kuş projesine sen nasıl dahil oldun? Proje karşına ilk geldiğinde neler düşündün, nasıl değerlendirdin?
Yani uzun bir süreçti; 61 bölüm, no 309 çektik hiç ara vermeden. Tek aramda da sinema filmi çekmiştim. Çok yorgun olduğum bir sezon sonuydu aslında. İtiraf edeyim “bir süre bir şey yapmak istemiyorum” diyordum. Hatta birkaç iş geldi; drama işler, internet işleri de okudum. Aralarında da bu iş vardı. Aslında daha geç başlayacak ve tarzı farklı olan işlere öncelik tanıyordum ama gelen işlerin hepsini okuduktan sonra kendimi daha fazla evde oturamayacak gibi hissettim. Bende ne kadar büyük bir çalışma aşkı olduğunu 5 ay evde oturunca anladım.(gülüyor) Projeyi seçerken işin tutup tutmayacağını önemsemiyorum. Kendimi nasıl, hangi işte daha iyi görebiliyorum, ona bakıyorum. Senaryoyu okurken, sahneleri kendi gözümde o anda çekip oynayabiliyorsam anlıyorum ki canlandırmak istediğim karakter o. Çünkü kafam bir senaryoyu somut hale getirip onu çekmiş bileoluyor, buna engel olmam mümkün değil. Bütün işleri okuduktan sonra kafamda çektiğim tek dizi Erkenci Kuş oldu ve hem romantik komedi olup hem de tarihi daha erken olduğu halde ona yöneldim. “Bu iş benim için bitti paketlendi, hatta birinci bölümünü çektim bile kafamda” dedim ve hemen yapımcıyı arayarak rolü kabul ettiğimi bildirdim.
Dizi çekimleri başladıktan sonraki süreçte kabul etmekte haklı olduğun hissiyatına emin oldun mu? “İyi ki” dedin mi?
Tabii ki! Bir ara kafam karışmıştı; hem romantik komedi oluşu hem kızın yaşının küçük ve sakar bir kız oluşu bir tereddüte düşürdü beni; “nereye gider bu rol?” dedirtti ama bunun yanındaki ekstra meziyetleri, görsel hafızasının iyi olması gibi yetenekleri, hayalleri ortaya çıktıkça ve geliştikçe “iyi ki” dedim. Bu kız sadece erkeğe aşık olan ya da erkeğin ona aşık olduğu biri değildi ve o çeşitlendikçe ben ne kadar doğru bir karar verdiğime emin oldum.
Bu durumu biraz da en sağlıyorsun sanki. Kızın çeşitliliğine katkın büyük…
Planlı yapmıyorum… (Gülüyor) Garip bir şekilde çıkıyor…
Az önce set adabından bahsettin. Bu adabı Erkenci Kuş’un seti hakkında nasıl değerlendiriyorsun? Nasıl bir set ortamınız var? Seni zorlayan anlar var mı?
Zorlayan sahneler de oluyor, yorulduğumuz için aksayan yerler de oluyor mutlaka. İşin en güzel tarafı çok saygılı herkes; bir adım fazlası rahatsız eder, biraz daha soğuğu çok yabancılaştırır. O kadar güzel bir dengede ki… Herkesle iletişimim çok bşka; Özlem Tokaslan ile ayrı bir sohbetim var, Berat Yenilmez ile çok gülüp eğlendiğimiz bir diyaloğumuz var, Can ile bambaşka, yönetmenimiz Çağrı Bayrak ile apayrı… Öyle güzel ilişkiler kuruldu ki herkes günün sonunda birbirine sevgi ile bakıyor. Ortada özel bir iş olduğunun da çok farkında herkes… Kimse kimsenin özel alanına dahil olmuyor, herkes her şeyin en iyisini yapma taraftarı. Yönetmenimiz fazlasıyla başarılı; çok iyi işler yapmış, altenatif işler de çekmiş. Romantik komedinin kodlarını ve masalsı dünya yaratmayı çok iyi bilen bir yönetmen ve ekibi de öyle. Dizimiz yaza damgasını vurdu, reytinglerimiz çok yüksek, bu ne biz oyuncuların ne de yönetmenimizin tek başına başarısı… Bu başarı bir ekip işi ve ben bunu net olarak görebiliyorum setimizde. Özetle; her şey çok keyifli olduğu için İnşallah uzun ömürlü bir proje olur…
Can Yaman’I daha önceden tanıyor muydun? O nasıl bir partner?
Tanımıyordum, sadece işlerini izliyordum. Can çok enerjik bir partner. Her zaman yazılan bir klişe vardır: Özellikle romantik komedilerde jönler komik olan taraf değildir, daha pozdurlar ama izleyicinin de istediği budur. (Bunu tüm erkek oyuncular için söylemiyorum, sakın yanlış oynuyorlar gibi bir algı olmasın.)Fakat Can böyle değil; hem metinden hem de Can’ın içsel enerjisinden kaynaklı olarak söylyebilirim ki; onun gerçekten bir ruhu var. Pozda olmayıp gerçekten kendini role teslim eden bir oyuncu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Hem arkadaş olarak çok iyi bir diyaloğumuz var hem de oynarken birbirimizi dinliyoruz… Bu tamamen enerji alışverişi… Çok eğlendiğimiz macera dolu bir yolculukta beraberiz…
Birbirinizi eleştiriyor musunuz?
Çok eleştiri gibi olmuyor. O kadar iyi arkadaşız ki, yalnızca nasıl yaparsak daha iyi olabileceğimize dair öneriler sunuyoruz birbirimize. Birimizin aklına gelmeyen şeyleri diğerimiz akla sokup oradan deneyebiliyoruz. Bu çok güzel bir şey, çünkü bu içimizde kalırsa enerji olarak iyi geçmez zaten insanlara. Konuşabildiğimiz bir setteyiz. İkimizin de iletişimi çok kuvvetli, ikimiz de birbirine teslim olan iki farklı oyuncuyuz. Can ile oynadığım için çok şanslı olduğumu hissediyorum.
Ne kadar güzel olsa da oldukça yoğun bir set tempon var. Bunun dışında kalan zamanlarda neler yapıyorsun?
Çok yoğun bir tempomuz var, gerçekten çok yoğun! (Gülüyor) 07:15’te başlayıp gece yarısına kadar devam ediyoruz. O yüzden “bunun dışında kalan zamanlarda neler yapıyorsun?” diye sakın sorma! (Gülüyor)
Peki bu yoğun tempoda seni neler dinlendiriyor, neler mutlu ediyor?
Uyumak dinlendiriyor hem de çok dinlendiriyor. Dört buçuk saat bile uyusam çok mutlu oluyorum. Uykuyu herkese öneriyorum, muhteşem bir şey! (Gülüyor). Keyifle eve dönüyorum ama set sonrası en çok uykuya ihtiyacım olduğu için ekstra bir şey yapıp sosyalleşemiyorum. Dürüst olayım, ailemle bile pek fazla zaman geçiremiyorum. Evime geliyorlar, ben setten dönene kadar oturup beni bekliyorlar. Geç vakitte eve döndüğüm için yalnızca bir kahve içebiliyoruz ve ben uyuyorum. Bunu dramatik bir hale getirmeyeyim ama çok dramatik. (Gülüyor) Bazen ailem beni görmek için sete geliyor, o şekilde görüşebiliyoruz. Ekiden dans ettiğim için müzik benim için çok önemli. Uyumadan önce güzel bir müzik dinlemek beni en çok rahatlatan şey… Tarzı hiç fark etmiyor, o gün nasıl uyandığıma göre değişiyor. Çok ciddi arabesk müzik de dinliyorum, klasik müzik… Bazen Türkçe bazen yabancı pop… Hatta meditasyon müzikleri de dinliyorum, ruhuma çok iyi geliyor. Zaten “tek bir tarzı yapıyorum” demek hayatımın hiçbir alanında bana göre değil. Giyinirken, saçımı yaparken de böyle… Çok değişken bir ruhum var.
Oyunculuk sektörünü dizi ve sinema yönünden değerlendirmeni istesek… Senin için ağır basan taraf hangisi?
Klişe olacak ama diziler için sizin aracılığınızla söylemek istiyorum bunu: Çalışma saatleri uzun olduğu için ve haftanın her günü izleyiciye ulaştığımız için, eleştirilerin biraz daha ağır olmasına hak tanınmış oluyor. Çünkü izleyicilerin evlerine giriyoruz. Sinemada öyle bir şey yok; sonuçta tercih edilerek gidiliyor ve para veriliyor. Bambaşka bir algısı var. İkisini de ayrı yerlere koydum hayatımda. Sadece sinema filmlerinde ya da sadece dizilerde rol almak istiyorum, diyemem. İnsanların evine dahil olmaktan da büyük keyif alıyorum, sinemada tercih edilen, özgün, bu zamana kadar yapılmamış, yapılsa bile benim daha farklı şeyler katabileceğim filmlerde de yer almak istiyorum. Okul yıllarımda da, dans ettiğim zamanlarda da, bu günümde de hiçbir zaman tek yönlü olmadım, her şeyi deneyimleme taraftarıyım. Güzel filmler yapmak isterim ama onun bir zamanı var, şu an yoğun bir tempodayım. Zamanı geldiğinde onun da peşine düşeceğime inanıyorum.
Peki yönetmen koltuğunda görebilir miyiz seni ileride?
Arkadaşlarımla bir Kaş ziyaretimizde su altı kamerası kullanmıştım. Belki görüntü yönetmenliği olur neden olmasın? (Gülüyor)
Biraz da özel yaşam… Genel olarak karakterini nasıl özetlersin? Güçlü ve zayıf yanların neler?
Asıl duygularımı çok fazla belli eden biri değilim, çünkü insanlara karşı çok hassasım. Mesela kendimle ilgili bir konuda biriyle olumsuz bir diyaloğa gireceksem ya da tartışma çıkacak gibiyse orada olmamayı tercih ederim ama başkası hakkında bir konu gündemde olduğunda da ben o insandan daha çok öne atlar onu savunurum. Özellikle lise zamanlarımda ve ailemle ilgili konularda hep böyle oldu. Ettiğim tüm kavgaları arkadaşlarım ya da ailem için ettim, hiçbir zaman kendim için etmedim. Onun dışında enerjiye çok inanıyorum. İnsanların nasıl bir ruh halinde olduklarını hissedebiliyorum. Örneğin; sette kötü bir şey yaşayıp sete enerjisi düşük olarak gelmiş insanların yanına gidip onlarla sohbet ediyorum. Çünkü çevremde mutsuz bir insan varsa ben de mutlu olamıyorum. Onlarla çok vakit geçirdiğim ruh halime ve dolayısıyla sete yansıyor. Bu yüzden çevresindekilerin enerjisini yükselten biriyim. Hareket halindayken çok fazla yorulmam, eve gidince kendimi bırakırım. Çok uzun saatler çalışıyoruz dediğim zamanlarda bile sette anlayamazsınız benim yorgun olduğumu. Hasta olduğumda eğer ki sesame yansımamışsa kimse hasta olduğumu anlamaz. Eve gidip makyajımı çıkardıktan sonra “hastayım” diyorum. Herkes para kazanmak için bir emek harcıyor, çevreme negatif enerji yayıp kendi ruh halimle ve kendi isteklerimle onları oyalamak istemem.
Bir de isim hafızam çok kötüdür, onu da eklemek istiyorum. Çünkü, insanların hangi okulda okuduğuna, hangi meslekte olduğuna, hatta isimlere bile çok fazla önem vermiyorum. Tamamen bana hissettirdikleri ve onlarla nasıl sohbet ettiğim önemli benim için…
Aşık olunca neler hissediyorsun, nasıl biri oluyorsun? Nasıl bir Demer Özdemir çıkıyor karşımıza? Sanem karakteri gibi camlara kafanı vuruyor musun?
Aşk çok güzel bir şey… Neticede bir romantik komedi karakteri canlandırıyorum ve tabii ki aşkın güzel, heyecan veren bir duygu olduğuna inanıyorum…
Balık burcu olarak fantastik bir dünyaya inandığını ve seni etkilediğini söyledin. Demet Özdemir bir süper kahraman olsa hangisi olurdu ya da nasıl bir süper kahraman olurdu?
Çok var… Mesela Wonder Woman; hem güçlü hem zeki hem de fantastik güçlere sahip bir karakter. Aslında sadece uçmak ya da düşünce okumak yetmezdi, tam donanımlı bir kahraman olmak isterdim. Süperman uçabiliyor, Batman’in bir sürü alet – edavatı var ve siyah giydiği için bence muhteşem, kedi kadın bence inanılmaz seksi. Hepsinin bir toplamı varsa hepsini olmak isterdim! Çünkü hepsini izlerken “keşke bunu da yapabilseydim” diyorum. O yüzden tam donanımlı bir süper kahraman olmak isterdim. İnsanoğlu yetinemiyor ki… (Gülüyor
Bu ay özel bir içeriğimiz var; güzellik ve bakım… Bize bakım ritüellerinden bahseder misin biraz?
Spora başlayalı bir buçuk – iki ay oldu ve çok ciddi bir çalışma tempom var spor konusunda. Ağır antrenmanlar yapıyorum. Boş olan bir günüm var ama o bir günde çok yoğun spor yapmaya çalışıyorum. Cildimi aksatmadan, düzenli olarak temizliyorum ve kuru bir cildim olduğu için nemlendiriyorum. Ağır makyaj yapan biri değilim ama asla makyajla uyuyamam. Set programımı çok yoğun olduğu için cildim makyajdan dolayı çok yoruluyor, bu yüzden setin dışında kalan vakitlerimde günlük hayatımda hiç makyaj yapmıyorum.