Açlığı göz ardı eden diyet tavsiyesi
Psikolojik hazırlıktan yoksun diyetlere dikkat!
2. Dünya Savaşı bilimsel alanda birçok araştırmaya sahne oldu. Bu araştırmaların en ilginçlerinden biri açlık ve obeziteyle ilgili olan ‘Minnesota Deneyi’ydi. Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoterapist Mehmet Başkak, bu önemli deney hakkında şu bilgileri verdi:
“2. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, Minnesota Üniversitesi’ndeki araştırmacılar insan açlığının psikolojisi ve fizyolojisi üzerine ve dolayısıyla açlıkla ilgili efsanevi bir deney başlattılar. Denekler 36 kişiydi, bunlardan bazıları askerlik yapmayı reddedenler, bazıları zayıf, bazıları zayıf değildi. 24 hafta boyunca, bu insanlar yarı aç kaldı, Avrupa kıtlık alanlarının ücretini temsil eden seçilmiş gıdalar yerine günde yaklaşık bin 600 kalori değil, tam buğday ekmeği, patates, tahıllar ve önemli miktarda şalgam, lahana ve sembolik miktarda et ve süt ile beslendi.
Üç parmağını baltayla kesti
Erkekler ilk 12 haftada ortalama 0.453 gr vücut yağını kaybetti, ancak yiyecek yoksunluğu devam etmesine rağmen sonraki 12 hafta boyunca her hafta sadece ortalama 0.113gr vücut yağını vermeye devam ettiler. Ve bu onların verdiği tek fizyolojik tepki değildi. Elleri ve ayakları şişti; saçları döküldü; yaraları yavaş iyileşti. Sürekli üşüdüler; ve metabolizmaları yavaşladı.
Şikayetlerinin birçoğu, psikolojik etkilerdi. Erkekler depresif, uyuşuk ve huzursuz oldu. Öfke nöbeti geçirdiler. Libidoları düştü. Gece-gündüz takıntılı bir biçimde yiyecek düşündüler. Minnesota araştırmacıları buna “yarı açlık nevrozu” dedi.
Dört kişi “kişilik nevrozu” geliştirdi. İki kişide “ağlamak, intihar ve şiddet tehditleri” olmak üzere sağlık sorunları görüldü. Deneklerden biri, psikiyatri koğuşuna yatmak zorunda kaldı. Ötekinin “kişilik bozulması”, “kendi kendisini iki kez yaralamaya çalışması ile sonuçlandı.” Bir diğeri, parmağının ucunu neredeyse kesip ayırdı ve daha sonra üç parmağını baltayla kesti.
Günde 10 bin kalori tükettiler
Maruz kalınan açlık dönemi sona erdiğinde, deneklerin “yeniden beslenmesine” izin verildi. İlk başlarda daha fazla kalori almalarına izin verildi ancak ne kadar olduğu konusunda kısıtlandılar. Devamlı gözlem altındaki bir alt grubun doyma durumuna gelmesine izin verildi, bu da şaşırtıcı derecede zordu. Denekler, günde 10 bin kaloriye kadar devasa miktarda yiyecek tüketiyorlardı. Onlar, verdikleri kilo ve yağları hızla geri aldılar. 20 haftalık toparlanmanın ardından, başlangıçta olduğundan yüzde 50 daha fazla vücut yağı almışlardı. Araştırmacılar buna “aç bırakma sonrası obezite” dedi.
Birçok tartışmanın içinde saklı olan kilo vermenin en iyi yolunun, kalori yoksunluğunun bir sonucu olan açlığın bir mesele olmadığı varsayımıdır. Sağlık ve devlet kurumları, obez ve aşırı kilolu kişilere, ‘daha az yiyin, kalorileri azaltın’ demektedirler. Ve yalnızca 24 hafta boyunca tahammül edilebilir ama bir ömür boyu değil. Minnesota deneyinde, yarı açlığın sona erdiği zaman, yeniden besleme periyodunun iyi bitmeyeceği söyleniyor.
Psikolojik hazırlıktan yoksun diyetler çözüm değil
Geçtiğimiz yüzyıldaki obezite araştırmasının büyük bir kısmı, obezin daha az yemesine, açlığa daha iyi tahammül etmesine ve bu mantıkla kilo vermesine neden olabilecek davranışsal teknikleri açıklığa kavuşturmaya odaklanmıştır. Obezite salgını bu tekniğin başarısız olduğunu düşündürüyor. Bütün mesele aşırı yemenin, gereğinden fazla kaloriyi bedene yığmanın psikolojik, bilinçaltı sebeplerini bulmak…
Açlığın, kalori yoksunluğuna karşı güçlü bir biyolojik tepki olmaktan ziyade bir şekilde her şeyin zihninde olduğuna inananlar için, Tanrıça Ceres’in Thesaly Kral Erysichthon’a Yunan mitolojisinde verdiği kader oldukça ilginçtir. Tanrıça Ceres, erkeğin merhametini uyandırmak için bir ceza icat etmiş. Açlıkla erkeğe işkence etmiş. Erysichthon, daha sonra kendisini kale ve krallık dışında yiyip nihayetinde kendi bedeninden beslenerek yavaş yavaş ölmüştür.
Günümüzde, aşırı kilolu olanların tok olduklarında ya da doyduktan sonra dahi yemeye, atıştırmaya devam ettiklerini düşünecek olarsak, sadece pinti diyetlerle aç kalmaya zorlayan zayıflama önerilerinin başarısızlığa daha çok mahkum olacağını anlamak zor olmayacaktır. Duygusal alt yapı ele alınmadıkça, açlıkla yapılan girişimler deneydekine benzer bir sonuçla karşılaşabilecektir.”