Prof. Dr. Ece Ceylan Baba; “Mimarlık için öğrenmeye devam etmeye hevesli olmak gerekiyor”
Yurtbay Seramik’in, Pelin Olgun moderatörlüğünde gerçekleştirdiği, ‘Mimarın Yolculuğu’ programının son konuğu Prof. Dr. Ece Ceylan Baba; “Dünya sürekli değişiyor. Olumlu-olumsuz pek çok olay oluyor. Bunların hepsi mekanları da değiştiriyor, dönüştürüyor. O yüzden yaşam değiştikçe mesleğiniz değişiyor. Her gün yeni bir mimarlık bakış açısıyla güne başlıyorsunuz” diyor…
Yurtbay Seramik’in YouTube kanalında yayınlanan, ‘Mimarın Yolculuğu’ söyleşi serisinin yeni konuğu, Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı ve Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ece Ceylan Baba oldu. Pelin Olgun moderatörlüğünde Yeditepe Üniversitesi’nde gerçekleştirilen söyleşide Ece Ceylan Baba; mesleki yolculuğunu, akademik kariyere geçiş sürecini, mimariye bakışını ve deprem sonrası Antakya’nın yeniden ihya sürecinde öncülerinden biri olduğu “Ortak Akıl- Antakya” projesini anlattı.
Mimarlık tercihini anlatırken, çocukluğundan itibaren yapılı çevreye ve mekana meraklı olduğunu belirten Ece Ceylan Baba, “Fen ve matematiğe de hem meyilli hem tutkun biriyim. Liseye kadar farklı fikirler gelip gitmiş olsa da bilimin ve sanatın kesiştiği bir alan olan mimarlığı çok isteyerek seçtim” diyor.
Annesinin şehir plancısı, babasının inşaat mühendisi olması dolayısıyla mesleğin içinde büyüdüğünü ve tek tercihinin mimarlık olduğunu sözlerine ekleyen Ece Ceylan Baba, “Aslında onlar ne kadar zor olduğunu bildikleri için mimar olmamı istemediler. Ama bu bir tür yaşam haliydi benim için” şeklinde konuşuyor. “Matematik soyut bir düşünce biçimi ama hayatın her yerinde. Ben de matematiği, matematiğin içindeki geometriyi çok sevdim. Çeşitli farklı durumların zihinde çarpışması, o soyut düşüncenin somutlaşması fikri bence müthiş heyecan verici bir şey. Mimarlık da böyle bir yerde duruyor” diye devam ediyor.
Mimarlık için tutkuya ve öğrenmeye devam etmeye hevesli olmak gerektiğine vurgu yapan Ece Ceylan Baba, “Mimarlık durağan bir meslek değil; çok insana ait, yaşama dair. Dünya sürekli değişiyor. Ulumlu-olumsuz pek çok olay oluyor; bunların hepsi mekanları da değiştiriyor, dönüştürüyor. O yüzden yaşam değiştikçe mesleğiniz değişiyor, siz olgunlaşıyorsunuz, bakış açınız değişiyor. Bu yüzden her gün yeni bir mimarlık bakış açısıyla güne başlıyorsunuz” diyor.
Kentlerin çok karmaşık yapıya sahip canlı bir organizma gibi olduğunu ifade eden Ece Ceylan Baba, “Kent sürekli değişir. Kenti sıfırdan tasarlayamazsınız, kent oluşur. Oluştuktan sonra da planlamaya çalışırsınız. O yüzden pek çok araştırmaya da konu olmuştur. Benim ana araştırma eksenim aslında bu değişimlerin, dönüşümlerin bir tür belgelenmesi ve öngörülmesi üzerine kurulu. Üniversite ortamında, akademik ortamın içinde olmak bu araştırma tutkusunu sürekli tetikleyen, besleyen bir durum. O yüzden ben hem kuramsal hem de mesleki çalışmalarımı biraz daha kent ölçeğinde sürdürmeye çalışıyorum” diyor.
“Deprem kültürünü bütün kentlerin içine yerleştirmemiz lazım”
Deprem sonrası yapılanma süreciyle ilgili de konuşan Ece Ceylan Baba, şunları söylüyor: “Öncelikle şunu itiraf etmem lazım. Bir mimar, belki bir inşaat mühendisi ya da bir şehir plancısı için, sizin hissettiğiniz yıkımdan daha büyük bir yıkım ve sorumluluk duygusu da hissettik. Her böylesi büyük afet bir sonraki afetin de öncülü. Herkes oradaki yıkıma üzülürken bir yandan da kendisi için kaygılanmaya başladı. Bu bir döngü, çünkü bizim ülkemizin yüzde 70’i deprem bölgesi. Bu yüzden bizim ülke olarak hiçbir kenti ayırmadan deprem kültürünü bütün kentlerin içine yerleştirmemiz lazım. Depreme hazırlıklı olmamız lazım. Çünkü deprem zamanı öngörülebilen bir şey değil. Ama nerelerde ve hangi şiddette olabileceği, öngörülebilen bir şey. Biz bu son yaşadığımız yıkımla bir kez daha yüzleştik ki kentlerimiz depreme dayanıklı tasarlanmamışlar.”
Deprem sonrası Antakya’nın yeniden ihya sürecinde öncülerinden biri olduğu “Ortak Akıl- Antakya” projesini de anlatan Ece Ceylan Baba şu bilgileri veriyor:
“Büyük depremin ardından ben, Emre Arolat, Murat Tabanlıoğlu ve Levent Erden bir araya gelerek ‘ne yapabiliriz’ sorusunu attık ortaya. Emre Arolat’la bizim Elazığ depremi sonrasında benzer ama daha küçük ölçekli bir proje tecrübemiz olmuştu: ‘Umut Elazığ’. Biz oradaki reaksiyonun benzeri bir reaksiyon gösterdik. Sonra öğrendik ki Murat Tabanlıoğlu ve Levent Erden de benzer bir fikir birliğine varmışlar ve birleşmeye karar verdik. İlk olarak bu 4 kişi düşünmeye başladığımız anda, çember bir anda büyüdü, sonra zamanla daha da büyüdü. Bugün yaklaşık 150 kişinin üzerinde, 23 farklı alandan meslek profesyonelinin ve oradaki yerel aktörlerin yer aldığı bir gönüllüler platformu kurduk.
Biz burada herhangi bir kent planı tasarlamak ya da kentsel master plan hazırlamak için biri tarafından görevlendirilmiş bir grup değiliz. Bilakis bu bir sivil inisiyatif. ‘Biz de böyle bir katkı sunmak istiyoruz’ dedik.
Yıkım olan 11 tane kent var, hepsi birbirinden kıymetli. Ama bir tanesine odaklanıp bunun bir tür pilot çalışma olmasını arzu ediyoruz. Bunun diğer kentlere de bir örnek, model olabilmesini istiyoruz.
Öncelikle şunun kararını verdik, kenti bir kişi tasarlayamaz bunun için ortak akıl üretmemiz lazım. Çok aktörlü, çok alanlı, çok disiplinli ve oralılarla birlikte bir tasarım süreci, bir işi bütüncül ele alan süreci başlatma kararı aldık.
İlhan Tekeli, Yiğit Gülöksüz ve Bekir Ağırdır gibi 3 tane önemli danışma kurulu ya da mentörlerimiz dediğimiz kişi var. Bunların çeperinde de her alanın duayeni diyebileceğimiz büyük bir gönüllü kadrosu ile biz Antakya için bir tasarım rehberi ve kente ilişkin bir master plan yapma kararı aldık, çalışmaya başladık.
Bütün yaklaşımımız, üstten bir bakışla planlanmış bir kente oradaki kentlileri maruz bırakmak değil. Onlarla birlikte tasarladığımız ve tasarlanmaya hep devam edecek olan, Antakya’nın bundan sonraki rehabilitasyonu için, yeniden ihyası için bu süreci onlarla beraber planlamak ve mesleki sosyal bir katkı sunmak istiyoruz.”
“Kent tasarımlarını kentlilerle birlikte üretmeliyiz”
Kaleme aldığı “İdeal Kent Arayışında Mimari Ütopyalar” kitabı ekseninde ideal kent anlayışından da bahseden Ece Ceylan Baba şöyle devam ediyor: “Ütopya tınısı çok olumlu bir his veriyor olabilir ama ütopyaların en büyük dezavantajı tek akıl tarafından üretilmiş olmaları. Yani bir akıl her şeyi yapabileceğine muktedir olduğuna inanır ve ideali kurar ama kentli için bu aynı şey değildir. O yüzden, idealize edilmiş bütün o kent tahayyülleri teorik olarak işleyebilir ama hayata geçmeye çalıştığı anda distopyalara dönüşürler. Bugünle çok ilgisi var bunun. Bugün biz, bu kent tahayyüllerini yapacağımız işlerdeki kent tasarımlarını kentlilerle birlikte üretmeliyiz. Gerçekten bu ortak akla çok ihtiyacımız var.
Kentlerle ilgili kararlar alınırken, kentliler olarak en çok reaksiyon gösterdiğimiz şey de, bırakın bize sorulmasını kararların kapalı kapılar ardında alınıyor olmasından ötürü duyduğumuz rahatsızlık. Süreç şeffaf olursa, varsa bir başka görüşümüz söyleyebiliriz ya da içselleştirebiliriz, direnci azaltabiliriz. Bu sürecin şeffaflığının da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ben de kitabımda hep burayı eleştiriyordum. Şeffaf olmayan, daha otoriter süreçler aslında bu kent tasarımı süreçleri. Geçmişte de böyleymiş ama biz bugün bunun biraz daha kolektif, erişilebilir ve şeffaf olması gerektiğini savunuyoruz.”
Mesleki hayatının bir döneminde de seramik sektöründe tasarım ve yöneticilik yaptığını sözlerine ekleyen Ece Ceylan Baba, “7 seneyi aşkın bir süre seramik sektöründe hem tasarım hem de yöneticilik yaptım. Bir tasarım yarışmasını kazanıp o tasarımın hayata geçmesiyle başladı. Ardından bir tür danışmanlık, sonra tasarımla ilgili karar mercilerinde buldum kendimi. Sonra yönetici olarak uzun süre çalıştım. Bizim mesleğimiz zaten çok disiplinli, çok disiplini koordine etmemizi gerektiren bir meslek. Ben o dönemde, biraz daha başka konularda da kendimi eğittim, hem de profesyonel eğitimler aldım. Çok öğrendiğim, yöneticilikle ilgili becerilerimi geliştirdiğim bir dönem oldu” diyor.
“Öğrencileri yarışmalara teşvik ediyoruz”
Türkiye yapı sektörünün teknolojik gelişmeler ve kalitesi bağlamında oldukça ileri seviyede olduğunun altını çizen Ece Ceylan Baba, “Seramik sektörü de bunun öncüllerinden. Türkiye bu konuda büyük bir değer. Ama marka değerini dünya arenasında istediği yere taşıyamayan bir duruma sahip. Türkiye’deki bütün malzeme üreticilerini yakından takip ediyorum, çok uzun süredir de Türkiye İMSAD’ın Yönetim Kurulu’ndayım. Seramik sektörü de Türk yapı malzemeleri içinde çok önemi bir yere sahip” diyor.
Zeki Yurtbay Tasarım Ödülleri ile ilgili görüşlerini de paylaşan Ece Ceylan Baba, şu ifadeleri kullanıyor: “Yarışmalar, öğrencileri sadece kendi eğitim kurumlarındaki akranlarıyla değil, daha büyük bir havuzda yarışmaya teşvik eder. Birlikte çalışırlar, ekip olurlar, bir fikir ortaya koyarlar ve bu fikrin gerçek hayatta bir karşılığı olup olmadığıyla da yüzleşirler. Ben bir akademisyen olarak, olabildiğince vaktimi yarışmalara da vakfediyorum. Buna çok önem veriyorum. Yarışmaların kalitesi ve niteliğinin artması yönünde de emek harcıyorum. Bence bu yarışma da öyle bir yarışma. Biz, mimarlık fakültesindeki bütün öğrencilerimizi yarışmalara katılmaya hem teşvik ediyoruz hem de elimizden geldiğince onlara mentörlük desteği veriyoruz. Öğrencilerimiz çok sayıda yarışmaya katılıyorlar, ödüller alıyorlar. Ödül almak başka bir konu ama, katılmak bile çok büyük bir başarı. Belli bir zamanda, verilen bir konuya ilişkin bir üretim yapıyorsunuz. Bu bir tür gerçek yaşam simülasyonu benim için. O yüzden biz öğrencileri bu konuda çok teşvik ediyoruz.”