Aşkım Kapışmak: İnsan gerçekten sevince yorulmuyor
Davranış Bilimleri Uzmanı ve Yazar Aşkım Kapışmak, MAG Mart sayısında ilişkileri anlattı. Sevme becerisinin her insanın içerisinde olduğunu belirten ünlü yazar, modern hayatın getirdiği önceliklerin değişebileceğini söyledi. Sade kadın erkek ilişkilerinin değil insanın ilişkilerinin yorulduğu bir dönemden geçildiğinin altını çizen Kapışmak, “ Ne yazık ki sevmeyi bilmediğimiz için aşırı fedakarlığı, aşırı vericiliği sevgi zannettik yıllarca. Kendimizi yorduk. Millete, kimseye güvenmeyeceksin, kimseye bir şey yapmayacaksın şeklinde ifadeler kullandık. Bu da bir kaçış. İnsan gerçekten sevince yorulmuyor aslında” dedi. “Üzümlü Kek” kitabının film olduğunu müjdeleyen Aşkım Kapışmak yeni projelerini de özel röportajında paylaşıyor.
Aşkım Kapışmak, “aşk”a dair neler söylemek ister?
Önemli olan konuşulamayan ve bir türlü çözülemeyen aşk kavramı sorusu… İnsanlar bunun bir matematiğinin olduğunu düşünüyor. Bu duyguyu çok fazla yaşamadıkları için de büyük bir arzuyla istiyorlar ama aşk istediğin zaman hayatına gelebilecek bir duygu değil. Çünkü sevgi değil. İnsan tanıdığı şeyi sever, tanımadığına aşık olur. Bence insanların önce onu çözmesi lazım. Çünkü siz bir yalancıya da aşık olabilirsiniz ama onu sevemezsiniz. O yüzden aşk ve sevgi kavramını ayrıştırıyorum. Bir de insanlar gerçekten aşık olduklarını zannettikleri kişilere mi aşıklar onu anlatmaya çalışıyorum. Çünkü, yüzde seksen aşık olduğumuz kişi aslında bizi mutlu edecek kişi değildir. Bizim çocukluğumuzda anne babadan alamadığımız, yanlış geliştirdiğimiz şemaların maskesidir. O yüzden o erkeklerin ve kadınların kim oldukları önemli değil. Onlar sürekli değişir. Aşk tamamen çocukluk ve bebeklik dönemiyle ilgili bir deneyimdir.
Peki bireyler kadın-erkek ilişkilerini nasıl yaşıyor?
Konuyu kadın ve erkek aklı ya da ilişkisi diye tanımlayan tüm toplumlar genelde aşkı bilmeyen toplumlardır. Bu işin magazin kısmıdır. Konu kadın-erkek problemi değil insanlık problemidir. Ama ne yazık ki popüler kültür ve cehalet arttıkça kadın nasıl olmalı, erkek nasıl davranmalı gibi sorular biraz basit kalıyor. Bizim insan olma problemini hallettiğimiz gün, bu ülkede ve dünyada konunun kadın ve erkek olmadığını anlayacağız diye düşünüyorum. Çünkü aşkın olduğu yerde cinsiyet olmaz. İnsanın olduğu yerde de öncelik cinsellik olmaz, öncelik sevgi olur. O da tabii ki milyonda bir insanların ve toplumların ulaşacağı bir hakikat sürecidir. Bu konuşularak bitecek bir durum değil.
Kadın ve erkek aklı aşkta nasıl sizce?
Bence kadın şöyle, erkek böyle diyerek ayrıştırmak yerine; sevgiyi, saygıyı, ilgiyi, şefkati ve sadakati hak eden bir varlık olduğunu anlamak gerekir. O açıdan bakmak lazım. Yoksa ilişkiler hep; sen bunu yaptın, ben bunu yaptım, o bunu yaptı şeklinde değerlendirilecek diye düşünüyorum. Ama olayı cinsiyete getirecek olursak, kadının öznel ihtiyacı yalnız olmamak, erkeğin öznel ihtiyacı ise güçsüz olmamak olarak tanımlanır. O yüzden hep şunu söylerim; kadını seveceksin, erkeği hayır… Bir erkek, kadını yalnız bırakırsa kadın yalnızlığını giderecek bir şey buluyor. Ama bir kadın erkeğin gücünü elinden alırsa, erkek de gücünü gösterecek bir şey buluyor. O yüzden gerçek sevgi kadının yanında olarak, erkeğin de gücünün azalmasına engel olarak yürütülen bir şeydir. Bunu sağlamak çok zor. Bunun için de insanın kendini iyi tanıması; kendi gelişimini, ne istediğini, kişiliğini, geçmişini iyi bilmesi gerekir. Yoksa hayat, sen bana bunu aldın, ben sana bunu dedim diye devam eder.
İnsan olmanın önemine vurgu yapıyorsunuz.
Acaba bir taraftan da sevmeyi unutmuş olabilir miyiz? Ben sevmeyi unutmak diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sevme becerisi her insanın içinde var ama modern hayatın getirdiği öncelikler değişebilir. Bu çok normal bir tekamül süreci. Çünkü travmaları ve dönüşümü yaşamak zorundayız. Anne-babalarımız bizi mutlu olalım diye yetiştirmediler, güçlü olalım diye yetiştirdiler. Yani hanginizin anne babası gel kızım, gel oğlum mutluluk diye bir kavram var bunu konuşalım diye büyütüyor? Bizim gerçekten kendimizi bulmamız için çok acı çekmemiz, ayrılık yaşamamız ve sırtımızdan vurulması gerekiyor. Çünkü insan mutluyken kendini bulan, bilen bir varlık değil. İnsan mutluyken sürekli hayatı kucaklar. Ama insan mutsuzken kendine dönmeye başlar. O yüzden belki sevmenin yorulduğu dönemlerdeyiz.
Sadece kadın-erkek ilişkileri değil, dediğiniz gibi insan ilişkileri de çok yoruldu…
Ne yazık ki sevmeyi bilmediğimiz için aşırı fedakarlığı, aşırı vericiliği sevgi zannettik yıllarca. Kendimizi yorduk. Millete, kimseye güvenmeyeceksin, kimseye bir şey yapmayacaksın şeklinde ifadeler kullandık. Bu da bir kaçış. İnsan gerçekten sevince yorulmuyor aslında. Ama alışverişe dönen ilişkilerde yorgunluk çok fazla. Saçımı süpürge ettim diyor mesela… Kimse seni zorlamadı. Ben bu kadar fedakarlık yaptım ama… Yapmasaydın! Kimse senden bunu beklemedi. Çok verip bir de arkasından karşılığını alamadım demek beklentili bir ilişkidir. Yani çıkarlı bir ilişkidir. Seven ne kadar sevdiğini ölçmez. Ne kadar sevileceğini de beklemez açıkçası. O yüzden ciddi bir olgunluk gerekiyor.
Peki yeni bir çalışmanız var: Carpe Diem.
Bize biraz onu anlatır mısınız?
Evet birkaç ay oldu. Dört-beş semineri bitirdik. Carpe Diem yani anı yaşamak, yoğun çalıştığım dönemlerden dolayı benim için de zorlu bir süreçti. Türkiye ve diğer gittiğim ülkelerde de insanlarda gözlemlediğim bir süreç… Amerika’dan Orta Doğu’ya kadar her yerde anı yaşayamama, çok hızlı yaşama, sürekli geleceğe hedefler, hayaller bırakıp mutluluğu orada zannetme ve aslında bizleri mutlu edecek şeylerin ne kadar içimizde ve çevremizde olduğunu yakalayamama durumu var. Hızlı yaşıyoruz. O yüzden Carpe Diem’e biraz hipnotik egzersizler ve drama koyduk. Amerika’da eğitimini aldığım aşk haritası diye bir şey var, onu koyduk ve ciddi anlamda altı-yedi sahne yaptık. Çok fazla hipnoz olan kendinden geçen aslında aşık olduğu kişinin aşık olduğu adam ya da kadın olmadığını anlayan insanlar olmaya başladı. Çok şaşırttı bizi.
Carpe Diem, hızla dünyaya yayılıyor… Dünyaya kendini sevdirecek…
Şimdi bu ay Kudüs’le birlikte, Amerika’da başlıyoruz. Yirmi iki ülke ile anlaşma yaptık. Londra’da, 22 Mart’ta Carpe Diem’in galasını yapacağız. Kişisel gelişimciler insanlara yıllarca güçlü ol, hedef belirle, zengin ol, mutlu ol diye kavramlar dayattılar. Aslında bunlar çok büyük yanlış. Kendin olmak diye bir şey var yani kendini sevmek… Bu kendini sevme kavramı çocuklukla çok ilişkilendirilir. İnsanlara şunu da söylüyorum; şöyle bir egzersiz yapacağız ve lütfen herkes katılmasın diye. Çünkü çok ağlayan ve bayılan oluyor. Katılırsanız bir gün göreceksiniz. O yüzleşme çok tehlikeli bir şeydir. Hep deriz ya, psikoloğa iyi olacağım diye gitme, kötü olacağım diye git diye. Çünkü yüzleşeceksin, önce kötü olacaksın sonra kabulleneceksin. O yüzden Carpe Diem ile insanlara ayna tutmaya çalışıyoruz.
Bundan sonraki projeleriniz neler olacak?
Yeni bir kitap var mı yolda?
“Üzümlü Kek” kitabım film oluyor. Birkaç gün oldu anlaşma üzerine konuştuk. Yaza çekimleri başlayacak. Şimdi cast çalışmaları başlıyor. Dijital platform için bir roman daha istediler. Bu yaz Ekvator’a gideceğim. Üç ay orada yazacağım. Bir aşk hikâyesi olan senaryo çalışmaları olacak. Önümde o var.
Dünya turnesini bitirip yaza doğru Harbiye’ye hazırlanacağım. Ama dinlenmem gereken de bir dönem var. Yani geçen onu konuşuyorduk ekip arkadaşlarımızla… Bir buçuk senede üç yüz sahne yapmışız ve bu benim için iyi bir şey değil. Kariyer için iyi olabilir ama ruhsal anlamda biraz yordu. Londra’da okula yazıldım, bir dil eğitimim var. Kitaplar İngilizce’ ye çevrildi. Onun Amerika’da PR’ı başlayacak. İş İngilizcesi’ni geliştirmem gerekiyor. Hem kendime zaman ayıracağım hem projeye hem de kitabıma… Bu böyle yazacağım deyip de yazabildiğim bir durum da değil. Hepsi yakında olacak.